Joint NGO statement: Osman Kavala Marks 7 Years Behind Bars

NGOs Intervene in the Case of Wrongly Detained Rights Defender Awaiting New European Court Ruling

Türkiye’s continued unlawful detention of the human rights defender Osman Kavala is a result of prosecutors and courts effectively operating under the political control of the government, three human rights organizations, including Turkey Litigation Support Project, said in a third-party intervention to the European Court of Human Rights regarding his case. The groups called for Kavala’s immediate release and for his conviction to be overturned, to give effect to the binding judgements of the European Court.

Kavala, who as of November 1, 2024, has spent seven years behind bars, was convicted on baseless charges of attempting to overthrow the government following a manifestly unfair trial. He remains in prison despite two binding judgements from the European Court holding that his detention is arbitrary and serves political purposes. Kavala is serving a life sentence without parole and four others convicted with him are serving prison terms of 18 years for their alleged roles in the 2013 mass protests triggered by an urban transformation plan around Istanbul’s Gezi Park.

In January, Kavala submitted a new application to the European Court, alleging that there had been multiple further violations of his rights since the court’s 2019 ruling, which found that he had been detained without reasonable suspicion and that his detention was politically motivated to silence him.

In this recent application, Kavala’s lawyers focus on his continuing unlawful detention and contend that, taken together, multiple violations of Kavala’s right to a fair trial, and to freedom of expression, assembly and association, as well as violation of the principle of legality, demonstrate that the Turkish authorities have continued to pursue the political aim of silencing and punishing Kavala as a human rights defender. They also contend that the proceedings against him and life sentence without parole amount to a violation of the prohibition on inhuman and degrading treatment and torture. The European Court is expected to issue a judgment in the coming months.

The European Court has accepted the Turkey Litigation Support Project, Human Rights Watch and the International Commission of Jurists as intervenors in the case. On September 16, the groups submitted a third-party intervention to provide further relevant information and context for the court to consider as it adjudicates Kavala’s application. The submission focuses on a well-documented pattern of conduct in Türkiye designed to circumvent the implementation of European Court judgments in politically sensitive cases, notably those involving perceived dissidents.

The rights groups also point to the following features of the domestic system: the capture of the judiciary by the ruling political parties; the lack of independence of the Council of Judges and Prosecutors, which has become a mechanism for consolidating undue influence over the judiciary; serious concerns as regards the independence and effectiveness of the Turkish Constitutional Court; and persistent defiance toward European Court judgments and standards in its caselaw.

The third-party intervention can be found here.

Osman Kavala (No. 2) başvurusuna 3. taraf görüşü sunan hak örgütlerinden açıklama: Osman Kavala'nın Demir Parmaklıklar Ardındaki 7. Yılı

Hukuksuz olarak Hapiste Tutulan İnsan Hakları Savunucusu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Yeni Kararını Bekliyor

Aralarında Türkiye Dava Destek Projesinin de bulunduğu üç insan hakları örgütü, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne Kavala'nın davasıyla ilgili olarak sundukları üçüncü taraf görüşünde, insan hakları savunucusu  Osman Kavala'nın Türkiye'de hukuka aykırı olarak hapiste tutulmaya devam etmesinin, savcılıkların ve mahkemelerin fiilen yürütmenin siyasi kontrolü altında çalışmalarının bir sonucu olduğunu belirtti. Örgütler, Kavala'nın derhal serbest bırakılması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bağlayıcı kararlarının uygulanarak, hakkındaki mahkumiyet kararının kaldırılması çağrısında bulundu.

1 Kasım 2024 itibariyle cezaevindeki yedinci yılını dolduran Kavala, açıkça adil olmayan bir yargılama sonucunda, hükümeti devirmeye teşebbüs gibi mesnetsiz bir suçtan hüküm giymişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin keyfi ve siyasi saiklerle hapiste tutulduğuna dair verdiği iki bağlayıcı karara rağmen Kavala hala cezaevinde. 2013’te İstanbul Gezi Parkı’ndaki kentsel dönüşüm planına karşı yapılan kitlesel protestolarda oynadığı iddia edilen rol sebebiyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Kavala ile birlikte hüküm giyen diğer dört hak savunucusuna da 18’er yıl hapis cezası verilmişti.

Kavala, Ocak ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yeni bir başvuru yaparak, Strazburg Mahkemesinin 2019’da verdiği kendisini susturmak amacıyla siyasi saiklerle ve makul şüphe olmaksızın hapiste tutulduğunu saptayan kararından bu yana birçok başka hak ihlaline maruz kaldığını ileri sürdü.

Bu son başvuruda Kavala'nın avukatları, başvurucunun hukuka aykırı bir şekilde cezaevinde tutulmaya devam etmesine odaklanarak, Kavala'nın adil yargılanma hakkı ile ifade, toplanma ve örgütlenme özgürlüklerine yönelik çok sayıda ihlalle birlikte, yasallık ilkesinin de ihlal edildiğini, bunun da Türkiye makamlarının Kavala'yı bir insan hakları savunucusu olarak susturmak ve cezalandırmak gibi siyasi bir saik gütmeyi sürdürdüğünü gösterdiğini iddia ediyorlar. Ayrıca, Kavala aleyhindeki yargılamaların ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmış olmasının, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele ve işkence yasağının ihlali anlamına geldiğini ileri sürüyorlar. Avrupa İnsan Hakları mahkemesinin kararını önümüzdeki aylarda vermesi bekleniyor.

Strazburg’daki mahkeme Türkiye Dava Destek Projesi, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Hukukçular Komisyonunun davaya üçüncü taraf görüşü sunma taleplerini kabul etti.  Örgütler, Kavala'nın başvurusunu karara bağlarken Mahkeme'nin göz önünde bulundurması için ek bilgi vermek ve bağlama ilişkin açıklamalar yapmak amacıyla 16 Eylül'de bir üçüncü taraf görüşü sundular. Sunulan görüş, Türkiye'de, özellikle muhalif olarak algılanan kişileri ilgilendiren siyasi davalarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamaktan kaçınmak amacıyla özellikle tasarlanmış ve bu amaçla kullanılan usule iyi belgelendirilmiş örnekler ışığında odaklanıyor.

İnsan hakları örgütleri ayrıca ulusal sistemin şu özelliklerine de dikkat çekiyorlar: yargının iktidardaki siyasi partiler tarafından ele geçirilmiş olması; Hakimler ve Savcılar Kurulunun bağımsızlığını yitirerek yargı üzerinde uygulanan hukuk dışı etkinin pekiştirilmesi amacıyla kullanılan bir mekanizmaya dönüşmüş olması; Anayasa Mahkemesinin bağımsızlığı ve etkinliğine ilişkin ciddi kaygılar; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarının ve içtihatlarında yer alan standartların ısrarla hiçe sayılması.

Üçüncü taraf görüşü metnine (İngilizce) buradan ulaşılabilir.

Uluslararası hak örgütlerinden BM Özel Raportörlerine Tahir Elçi davasında etkili soruşturma yürütülmemesine dikkat çeken acil müdahale istemli ikinci mektup

Türkiye, tarafsız ve bağımsız bir mahkeme tarafından (Tahir Elçi'nin ailesinin usuli haklarına saygı göstererek) adil bir yargılama yapılmasının ve Tahir Elçi'nin ölümünden sorumlu olan herkesin hesap vermesinin ve uygun cezaları almasının sağlaması konusunda uluslararası hukuk yükümlülüklerini yerine getirmelidir.

Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi, 29 diğer hukuk ve insan hakları kurumu ile birlikte BM Özel Raportörlerine bugün Tahir Elçi’nin 28 Kasım 2015’de öldürülmesi sonrası Türkiye tarafından etkili bir soruşturma ve yargı süreci işletilmesi yükümlülüklerinin devam eden ihlaline işaret eden bir mektup daha gönderdi (İngilizce mektuba buradan, Türkçe’sine buradan ulaşabilirsiniz).

Mektup BM Hakimlerin ve Avukatların Bağımsızlığı Özel Raportörü, İnsan Hakları Savunucularının Durumu Özel Raportörü, Yargısız ve Keyfi İnfazlar Özel Raportörü, İfade Özgürlüğünün Korunması ve Geliştirilmesi Özel Raportörü, Terörle Mücadele Edilirken İnsan Haklarının Korunması Özel Raportörü ve Azınlık Hakları Özel Raportörlerine gönderildi.

Üç polis memurunun yargılandığı ve Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada, Nisan 2024’te Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı dosyaya esas hakkında görüşlerini sundu ve sanık polis memurlarının beraatini etti. Bu, soruşturma ve yargılama sürecinde Elçi ailesine ve avukatlarına yönelen çok sayıda ciddi hak ihlali ile bir arada değerlendirildiğinde, hayatını insan haklarının korunmasına ve cezasızlık ile mücadeleye adayan Tahir Elçi’nin öldürülmesinin de cezasızlık kalkanı ile kapatılmakta olduğu kaygısını güçlendiriyor.

Mektup, çoğunluğu aynı olan kurumlarca BM Özel Raportörlerine gönderilen benzer talepli Mart 2021’de tarihli mektuptaki analizlerin yanında Tahir Elçi'nin öldürülmesi olayına ilişkin soruşturma ve dava sürecinde devam eden eksikliklerin ve kusurların detaylı bir değerlendirmesine yer veriyor. İmzacı kurumlar Türkiye’nin bu soruşturma ve dava sürecinde uyması gereken uluslararası insan hakları hukuku yükümlülüklerinin altını çiziyor ve BM Özel Raportörlerden bu dava konusunda Türkiye makamları nezdinde aşağıdaki adımların atılması için çalışmalar yürütmelerini talep ediyor:

  1. Davaya bakan Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi, yaşam hakkı kapsamında, tüm sorumluların yargı önüne çıkarılmasını ve Elçi'nin öldürülmesinden dolayı uygun cezalara mahkum edilmesini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmeli ve diğer hususların yanı sıra, üst düzey yetkililerin astlarının ihlalleriyle ilgili yasal sorumluluklarını göz önünde bulundurmalıdır;

  2. Bu amaçla, soruşturmadaki ciddi eksikliklerin yanı sıra davaya müdahil olan savcılar ve güvenlik güçleri hakkındaki ciddi işkence ve kötü muamele iddiaları ışığında mahkeme, Tahir Elçi'nin ailesinin cinayeti aydınlatabilecek önemli delil ve tanıklara ilişkin taleplerini dikkate almalıdır;

  3. Yargı makamları, Elçi ailesinin avukatlarına dinlenilme ve talepte bulunma konusunda makul imkânlar tanınması ve Elçi ailesine ya da avukatlarına karşı düşmanca görünen bir tutumdan kaçınılması da dâhil olmak üzere, bu mektupta tespit edilen ve davada mağdurların haklarını zedeleyen uygunsuz önyargı ve ciddi usul ihlallerini gidermek için gerekli tüm adımları atmalıdır;

  4. Tahir Elçi'nin mesleki faaliyetleri ışığında mahkeme, Elçi'nin öldürülmesinde olası bir siyasi saik olup olmadığını, ilgili makamların Elçi'yi korumak için yeterli tedbirleri alıp almadığını ve belirli devlet yetkililerinin olaya karışmış olup olmadığını araştırmalıdır;

  5. Savcıların davadaki tanıklara işkence ve kötü muameleye karıştığını iddia eden çok ciddi iddialar, bağımsız ve tarafsız bir yargı organı tarafından incelenmeli ve iddiaların itibar görmesi halinde, savcılar hakkında kovuşturma başlatılmalı, Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından ilgililer hakkında disiplin soruşturması başlatılmalı ve ilgili deliller Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi nezdindeki dosyadan çıkartılmalıdır;

  6. Elçi'nin ailesi için; AİHM, BM Avukatların Rolüne İlişkin Temel İlkeleri ve Minnesota Protokolü de dahil olmak üzere Türkiye'nin uluslararası yükümlülükleri uyarınca, kendilerinin ve yakınlarının maruz kaldığı ihlallerin uygun bir şekilde giderilmesi sağlanmalıdır.

BM mektubunun yanı sıra, 30’un üzerinde uluslararası kurum bu talepleri tekrar eden ortak bir çağrıya imza attı (açıklamanın Türkçesine buradan ulaşabilirsiniz).

BM mektubunun imzacısı kurumlar şunlar: Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi (Turkey Human Rights Litigation Support Project, TLSP); Almanya Barosu (Deutscher Anwaltverein, German Bar Association, DAV); Amerikan Hukukçular Derneği (American Association of Jurists, Asociación Americana de Juristas, AAJ); Avrupa Baro ve Hukuk Toplulukları Konseyi (the Council of Bars and Law Societies of Europe, CCBE); Avrupa Barolar Federasyonu (the European Bars Federation, FBE); Avrupalı Demokrat Avukatlar (European Democratic Lawyers, AED); Avukatlar için Avukatlar (Lawyers for Lawyers); Avukatlara Saldırılar İzleme Komitesi (Monitoring Committee on Attacks on Lawyers); Bangladeş Demokratik Avukatlar Derneği (Democratic Lawyers Association of Bangladesh, DLAB); Brüksel Barosu (Ordre des avocats du barreau de Bruxelles); Brüksel Barosu - İnsan Hakları Enstitüsü (Institut des droits de l’homme du barreau de Bruxelles); Cumhuriyetçi Avukatlar Derneği, Almanya (the Republican Lawyers Association/Republikanische Anwältinnen- und Anwälteverein, RAV, Germany); Demokrasi ve Dünyada İnsan Hakları için Avrupalı Hukukçular Derneği (European Association of Lawyers for Democracy and World Human Rights, ELDH); Demokratik Avukatlar Derneği, Almanya (Association of Democratic Lawyers/Vereinigung Demokratischer Juristinnen und Juristen, VDJ, Germany); Demokratik Avukatlar Uluslararası Derneği (International Association of Democratic Lawyers, IADL); Halkın Avukatları Ulusal Birliği, Filipinler (National Union of People’s Lawyers, Philippines, NUPL); Halkın Avukatları Uluslararası Derneği (International Association of People's Lawyers, IAPL); Halkın Avukatları Uluslararası Derneği - Avustralya Şubesi (International Association of People's Lawyers, Australian Branch); Hindistan Avukatlar Derneği (Indian Association of Lawyers); İngiltere ve Galler Barosu İnsan Hakları Komitesi (Bar Human Rights Committee of England and Wales, BHRC); İngiltere ve Galler Hukuk Topluluğu (the Law Society of England and Wales); İtalyan Demokratik Hukukçular (Italian Democratic Lawyers/Giuristi Democratici); Nantes Barosu, Fransa (Ordre des Avocats du Barreau de Nantes); Rennes Barosu, Fransa (Ordre des Avocats du Barreau de Rennes); Rotterdam Barosu, Hollanda (Rotterdam Bar Association, the Netherlands); Seine-Saint Denis Barosu, Fransa (the Bar Association of Seine-Saint Denis, France); Sınır Tanımayan Savunma - Avukat Dayanışması, Fransa (Défense sans frontière avocats solidaires/Defence Without Borders - Lawyers in Solidarity, DSF-AS, France); Tehlikedeki Avukatlar için Uluslararası Gözlemevi (International Observatory for Lawyers in Danger, OIAD); Tehlikedeki Avukatlar İzleme, İtalya Ceza Baroları Birliği (Osservatorio Avvocati Minacciati, UCPI, Observatory Endangered Lawyers - Italian Union Of Criminal Chambers); ve Uluslararası Barolar Derneği İnsan Hakları Enstitüsü (the International Bar Association’s Human Rights Institute, IBAHRI).

Ortak açıklamaya bu kurumların yanında İnsan Hakları Savunucuları Gözlemevi (Observatory Human Right Defenders); Levros Hukuk Merkezi (Legal Centre Lesvos); Lyon Barosu, Fransa; Turin Barosu, İtalya (Turin Bar Association, Italy); ve Uygulamada İnsan Hakları (Human Rights in Practice) katıldı.

Urgent Action Letter to the UN Special Rapporteurs on Turkey's Continuing Failure to Investigate the Killing of Mr. Tahir Elçi

The Turkey Litigation Support Project (TLSP), along with 29 other lawyers’ and human rights organizations, has sent a letter (available here) to the United Nations (UN) Special Rapporteurs regarding the killing of human rights lawyer and then-chair of the Diyarbakır Bar Association, Tahir Elçi on November 28, 2015, and the continuing lack of an effective investigation into his death.

Ahead of the next hearing in on June 12, 2024, expected to be the last, in the criminal trial of those accused of killing lawyer Tahir Elçi, the oganisations urge the Special Rapporteurs once again to request the Turkish authorities to ensure a fair trial by an impartial and independent tribunal, respecting the procedural rights of Tahir Elçi’s family, as well as to ensure that all those responsible for Tahir Elçi’s death are held accountable and serve adequate sentences.

The letter is addressed to the UN Special Rapporteur on the independence of judges and lawyers; Special Rapporteur on the situation of human rights defenders; Special Rapporteur on extrajudicial, summary, or arbitrary executions; Special Rapporteur on the promotion and protection of the right to freedom of opinion and expression; Special Rapporteur on the promotion and protection of human rights while countering terrorism; and Special Rapporteur on minority issues. The mandate holders are invited to call on the Turkish authorities to ensure:

i.              The court hearing the case complies with its obligation, under the right to life, to ensure that all those responsible are brought to justice and serve appropriate sentences for the killing of Mr. Elçi, and considering, inter alia, the legal responsibility of superior officials for violations by their subordinates;

ii.            To this end, in light of the severe shortcomings in the investigation as well as serious allegations of torture and ill-treatment by prosecutors and security forces involved in the case, the court take into account the requests by Tahir Elçi’s family concerning important evidence and witnesses in the case capable of elucidating the killing;

iii.           Judicial authorities take all necessary steps to redress the improper bias and serious procedural breaches identified in this letter, which have undermined the victims’ rights in the case, including by giving the Elçi family’s lawyers reasonable opportunities to be heard and to make requests and refraining from an attitude appearing hostile to the Elçi family or its lawyers;

iv.           In light of Tahir Elçi’s professional activities, the court explores whether there was a possible political motive for his murder, whether the relevant authorities have taken adequate measures to safeguard Mr. Elçi and whether certain State officials could have been involved;

v.            The very serious complaints alleging prosecutors’ involvement in the torture and ill-treatment of witnesses in the case is examined by an independent and impartial judicial body and in case of a credible claim, a criminal proceeding to be instigated against them, the Council of Judges and Prosecutors to start a disciplinary proceeding against those involved and the related evidence is excluded from the file before the Diyarbakır 10th Assize Court;

vi.           Mr. Elçi’s family is provided with appropriate redress for the violations they and their loved one have suffered in accordance with the international obligations of Turkey, including under the ECHR, the UN Basic Principles on the Role of Lawyers and the Minnesota Protocol.

The letter was endorsed by the Turkey Human Rights Litigation Support Project, American Association of Jurists (Asociación Americana de Juristas, AAJ), Association of Democratic Lawyers (Vereinigung Demokratischer Juristinnen und Juristen, VDJ, Germany), Bar Human Rights Committee of England and Wales (BHRC), Bruxelles Bar Association (Ordre des avocats du Barreau de Bruxelles), Bruxelles Bar Association - Human Rights Institute (Institut des droits de l’homme du barreau de Bruxelles), Defence Without Borders - Lawyers in Solidarity (Défense sans frontière avocats solidaires, DSF-AS, France), Democratic Lawyers (Giuristi Democratici, Italy), Democratic Lawyers Association of Bangladesh (DLAB), European Association of Lawyers for Democracy and World Human Rights (ELDH), European Democratic Lawyers (AED), German Bar Association (Deutscher Anwaltverein, DAV), Indian Association of Lawyers, International Association of Democratic Lawyers (IADL), International Association of People's Lawyers, International Association of People's Lawyers-Australian Branch, International Observatory for Lawyers in Danger (OIAD), Lawyers for Lawyers, Monitoring Committee on Attacks on Lawyers, Nantes Bar Association - France, National Union of People’s Lawyers (NUPL, the Philippines), Observatory Endangered Lawyers - Italian Union of Criminal Chambers (Osservatorio Avvocati Minacciati, UCPI), Rennes Bar Association (Ordre des Avocats du Barreau de Rennes, France), Rotterdam Bar Association - the Netherlands, Seine-Saint Denis Bar Association - France, the Council of Bars and Law Societies of Europe (CCBE), the European Bars Federation (FBE), the International Bar Association’s Human Rights Institute (IBAHRI), the Law Society of England and Wales (LSEW), and the Republican Lawyers Association (Republikanische Anwältinnen- und Anwälteverein, RAV, Germany).

Joined by Human Rights in Practice, Legal Centre Lesvos, the Lyon Bar Association, the Observatory for Human Rights Defenders, and the Turin Bar Association, the organizations also released a joint public statement (see here) calling for for justice for Tahir Elçi.

Türkiye: Adil Yargılama Yapılmayan Toplu Davada Kürt Siyasetçiler Mahkum Edildi

Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Siyasi Amaçlı Yargılamalara İlişkin Kararlarını Hiçe Saydı

İnsan Hakları İzleme Örgütü ile Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi bugün yaptıkları ortak açıklamada, Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 24 Kürt siyasetçi hakkında devlete karşı suç işledikleri gibi mesnetsiz bir iddia ile 16 Mayıs 2024 tarihinde verdiği mahkumiyet kararının, adil olmayan, siyasi bir yargılamadan kaynaklandığının açık olduğunu belirttiler. Mahkeme 24 kişiyi 9 ila 42 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırırken, aynı davada yargılanan diğer 12 siyasetçinin ise beraatine karar verdi.

Geçmiş dönemde Meclis'te grubu olan muhalif Halkların Demokratik Partisi (HDP) üyesi olan siyasetçiler arasında partinin eski eş başkanları Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ da bulunuyor. Siyasetçilerin asılsız suçlamalarla uzun süre tutuklu olarak hapsedilmesi ve böylece seçilmiş temsilciler olarak siyasi hayattan uzaklaştırılması amacıyla, Türkiye makamları tarafından ceza yargısının kullanıldığı, bu kararla doğrulanmış oldu.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, "Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Kürt muhalefetin diğer önde gelen siyasetçilerinin toplu bir davada mahkum edilmeleri, çoğu Kürt çok sayıda seçmeni, seçtikleri temsilcilerinden mahrum bırakan, demokratik süreci baltalayan ve siyasi ifade özgürlüğünü kriminalize eden bir zulüm kampanyasındaki son hamledir" dedi. Williamson "Demokratik yollarla seçilmiş Kürt siyasetçileri siyasi hayattan uzaklaştırmak için düzmece ceza davalarının kullanılması, Türkiye devleti ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında on yıllardır süren çatışmanın sona erdirilmesine hiçbir fayda sağlamayacaktır,” şeklinde konuştu.   

Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmada mahkeme heyeti Selahattin Demirtaş'a 42 yıl, Figen Yüksekdağ'a 30 yıl ve Diyarbakır eski Belediye Başkanı Gültan Kışanak'a 12 yıl hapis cezası verirken, Kışanak ve diğer dört kişinin tahliyesine karar verdi. Mardin'in görevdeki belediye başkanı Ahmet Türk ise 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme Demirtaş ve Yüksekdağ'ın da aralarında bulunduğu 13 kişinin  tutukluluk hallerinin devamına karar verdi. Eski HDP milletvekilleri, seçilmiş belediye başkanları ve parti yetkilileri son üç yıldır "devletin birliğini ve bütünlüğünü bozmaya teşebbüs" ve "terör örgütü üyeliği"nden "cinayet"e kadar varan çeşitli suçlamalarla yargılanıyorlar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da teyit edildiği üzere, aleyhlerindeki deliller neredeyse tamamen partilerinin sosyal medya paylaşımları ve siyasi konuşmalarından ibaret.

108 sanıklı davanın (ki bunlardan hakim karşısına çıkanların sayısı 36) 3.530 sayfalık iddianamesinde yer alan temel suçlama, 6 Ekim 2014 tarihinde HDP'nin Twitter hesabından yapılan ve siyasetçilerin siyasi konuşmalarını içeren dört sosyal medya paylaşımına dayanıyor.

Siyasetçiler aleyhinde asılsız ve genelleştirilmiş iddiaları dile getiren, aralarında gizli tanıkların da bulunduğu birkaç ifade daha, Savcılık tarafından söz konusu olaylardan yıllar sonra dava dosyasına eklendi. Doğrululuğu şüpheli bu ifadelerin dava dosyasına eklenmesinde, sanıkların en temel adil yargılanma haklarına saygı göstermeyen keyfi bir usul izlendi. 

Partinin 2014 yılında attığı tweetler, destekçilerini Kürtlerin çoğunlukta olduğu Suriye kenti Kobani'nin aşırılıkçı grup IŞİD tarafından kuşatılmasını protesto etmeye çağırıyordu. İddianamede sanık siyasetçiler bu tweetler üzerinden 6-8 Ekim 2014 tarihleri arasında Türkiye'nin 32 ilinde meydana gelen ve en az 37 kişinin ölümüyle sonuçlanan şiddetli çatışmaların yaşandığı protesto gösterilerinden doğrudan sorumlu tutuluyor. Siyasetçilerin yargılandığı dava, Kobane protestolarına yapılan atıf nedeniyle medyada "Kobane davası" olarak anılıyor. 

İddianamede siyasetçilere, "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya teşebbüs"  suçu da başta olmak üzere 30'a yakın suç isnat edildi, siyasetçiler ayrıca protestolar sırasında meydana gelen ölüm ve şiddet olaylarıyla ilgili olarak "cinayet", "mala zarar verme" ve "hırsızlık" suçlarından da sorumlu tutuldular. Siyasetçiler hakkında "terör örgütü üyeliği" ve "terör örgütü propagandası yapmak" gibi suçlamalarla farklı mahkemelerde devam eden ceza davaları da "Kobane davası" dosyasıyla birleştirildi. 

Ankara’daki mahkemenin verdiği ve mahkum edilen siyasetçiler tarafından temyize götürüleceği söylenen karar, Kürtlerin haklarını destekleyen HDP'ye karşı uzun süredir yürütülen baskı ve zulüm kampanyasının ulaştığı son durak olma niteliğini taşıyor. Bu zulüm ve baskı kampanyası Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti ile aşırı sağcı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) arasında kurulan iktidar koalisyonu tarafından yürütülüyor.

Siyasetçilere yönelik baskılar, PKK ile Türkiye devleti arasında on yıllardır süren çatışmaya son vermek amacıyla parti ve hükümet tarafından yürütülen yoğun çabaların 2015 yılında akamete uğramasının ardından başladı. Mayıs 2016'da, yaşanan hızlı gelişmelerin ardından, hükümet geçici bir anayasa değişikliği ile tartışmalı bir hamle yaparak milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırdı. 4 Kasım 2016 tarihinde, önde gelen HDP milletvekilleri ve ayrı tarihlerde kardeş bir partiden seçilmiş belediye başkanları terörle mücadele yasası kapsamındaki suçlamalarla tutuklanarak hapse atıldılar.

HDP'nin eski eş başkanları Demirtaş ve Yüksekdağ o zamandan beri cezaevinde. Partinin kendisi hakkında da Anayasa Mahkemesi'nde kapatma davası açılmış durumda.

Ankara'daki mahkemenin kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) iki bağlayıcı kararını da açıkça hiçe sayıyor. AİHM, Aralık 2020'de Demirtaş ve Ekim 2022'de Yüksekdağ ve diğer 12 kişi hakkında verdiği kararlarda, siyasetçilerin konuşmaları ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle tutuklanmalarının, "demokratik toplum kavramının özünü oluşturan çoğulculuğu boğan ve siyasi tartışma özgürlüğünü kısıtlayan" siyasi amaçlı bir susturma hamlesi olduğuna hükmetti. AİHM, siyasetçilerin özgürlük ve güvenlik, ifade özgürlüğü ve seçimlere katılma haklarının ihlal edildiğine ve derhal serbest bırakılması gerektiğine karar verdi.

Demirtaş ve Yüksekdağ'ın tutukluluklarına dayanak teşkil eden ve mahkûmiyetlerinin temelini oluşturan iddialar, AİHM'nin tutuklama kararları için yeterli gerekçe oluşturmadıkları tespitinde bulunduğu iddialarla büyük ölçüde aynı.

Türkiye İnsan Haklarına Destek Projesi direktörü Ayşe Bingöl Demir "Demirtaş, Yüksekdağ ve Türkiye'nin önde gelen diğer bazı muhalif siyasetçilerinin Kürtlerin haklarını savundukları için uzun hapis cezalarına çarptırılmaları, ülkede insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasinin olumlu yönde değişmesi yönündeki umutlara bir darbe daha vurmuştur." dedi.  Bingöl Demir, "bu son mahkumiyet kararı, devam eden keyfi ve siyasi içerikli tutuklamalarla birlikte, uluslararası insan hakları standartlarını açıkça ihlal etmekte ve AİHM kararlarını hiçe saymaktadır. Uluslararası toplum artık kritik bir tercihle karşı karşıya: Ya sessiz kalarak bu baskıcı uygulamalara ortak olma riskini alacak ya da uluslararası yükümlülüklerin bu denli ciddi şekilde ihlal edilmesi durumları için öngörülen prosedürlerin başlatılması da dâhil olmak üzere güçlü bir şekilde harekete geçecek."

Bilgi ve iletişim için: info@turkeylitigationsupport.com, Twitter: @TR_Litigation

Türkiye: Kurdish Politicians Convicted in Unjust Mass Trial

Court Ignores European Court of Human Rights Rulings on Abusive Proceedings

A Turkish court’s conviction on May 16, 2024, of 24 Kurdish politicians on bogus charges of crimes against the state follows a manifestly political and unjust trial, Human Rights Watch and the Turkey Human Rights Litigation Support Project said today. The court sentenced the 24 to prison terms ranging from 9 to 42 years, while acquitting 12 other politicians who had been on trial with them.

The politicians were from the parliamentary opposition party Peoples’ Democratic Party (HDP), including former party co-chairs Selahattin Demirtaş and Figen Yüksekdağ. The ruling confirms that the Turkish authorities instrumentalized the criminal justice system to secure the politicians’ prolonged arbitrary detention on baseless charges and remove them from political life as elected representatives.

“The conviction of Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, and other leading Kurdish opposition politicians in a mass trial is the latest move in a campaign of persecution that has robbed mainly Kurdish voters of their chosen representatives, undermined the democratic process, and criminalized lawful political speech,” said Hugh Williamson, Europe and Central Asia director at Human Rights Watch. “Using bogus criminal proceedings to remove democratically elected Kurdish politicians from political life will do nothing to end the Turkish state’s decades-long conflict with the Kurdistan Workers’ Party (PKK).”     

In the Ankara 22nd Assize Court hearing, the court sentenced Selahattin Demirtaş to 42 years in prison, Figen Yüksekdağ to 30 years, and Gültan Kışanak, the former mayor of Diyarbakır, to 12 years, while releasing Kışanak and four others pending appeal. Ahmet Türk, the serving mayor of Mardin, was sentenced to 10 years in prison. The court ordered the continued detention of 13 defendants, including Demirtaş and Yüksekdağ. The former HDP members of parliament, elected mayors, and party officials have stood trial for the past three years on multiple charges, ranging from attempting to “destroy the unity and integrity of the state” and “membership of a terrorist organization” to “murder.” The evidence against them, as confirmed by the European Court of Human Rights, consists almost exclusively of their party’s social media posts and political speeches.

The core accusation in the 3,530-page indictment naming 108 defendants—of whom 36 stood trial—centers on four social media postings on October 6, 2014, from the Twitter account of the HDP alongside the politicians’ political speeches.

The prosecution added to the case file, several years after the events in question, a few statements, including from anonymous witnesses, making unsubstantiated and generalized assertions against the politicians. The addition of these dubious statements to the case file followed an arbitrary procedure that failed to respect the defendants’ basic fair trial guarantees.

The party’s 2014 tweets called on supporters to protest the ongoing siege of the Kurdish-majority Syrian town of Kobane by the extremist group Islamic State (ISIS). The indictment takes these tweets as grounds to hold the accused politicians directly responsible for the ensuing protests in 32 cities across Türkiye from October 6 to 8, 2014, in which violent clashes resulted in at least 37 deaths, the circumstances of which have never been fully elucidated. The trial of the politicians has been dubbed the “Kobane trial” in the media because of the reference to the Kobane protests.

The indictment charged the politicians with up to 30 offenses, including the main crime of attempting to “destroy the unity and integrity of the state,” as well as “murder,” “damage to property,” and “theft” in relation to the deaths and violence during the protests for which it held them liable. Ongoing criminal case files against the politicians in different courts charging them with crimes such as “membership of a terrorist organization” and “spreading terrorist propaganda” were then merged with the “Kobane trial” casefile.  

The Ankara court’s verdict, which the convicted politicians said they would appeal, is the latest development in a long campaign of persecution against the pro-Kurdish rights HDP. The persecution has been led by President Recep Tayyip Erdoğan’s ruling Justice and Development Party (AKP) government in coalition with the far-right Nationalist Action Party (MHP), Human Rights Watch and the Turkey Human Rights Litigation Support Project said.

The crackdown on the politicians followed the breakdown in 2015 of intensive efforts by the party and the government to bring an end to the decades-long conflict between the armed PKK and the Turkish state. In May 2016, in a rapid sequence of events, the government led a controversial move to lift the parliamentarians’ parliamentary immunity through a temporary constitutional amendment. On November 4, 2016, leading HDP members of parliament, and on separate dates elected mayors from a sister party, were arrested and jailed on terrorism charges .

Demirtaş and Yüksekdağ, the HDP’s former co-chairs, have remained in prison ever since. The party itself is fighting a case seeking its closure before Türkiye’s Constitutional Court.

The Ankara court’s verdict also flagrantly flouts two binding judgments of the European Court of Human Rights (ECtHR). The ECtHR determined, in a judgment pertaining to Demirtaş in December 2020 and one pertaining to Yüksekdağ and 12 others in October 2022, that their detention on the basis of speeches and social media postings constituted a politically motivated move to silence them, “stifling pluralism and limiting freedom of political debate, the very core of the concept of a democratic society.” The ECtHR found that their rights to liberty, to freedom of expression, and to run for election had been violated and that the politicians must be released immediately.

The alleged facts forming the basis on which Demirtaş and Yüksekdağ are detained, and which form the basis of their conviction, are substantially the same as those contained in the proceedings which the ECtHR found to be insufficient grounds for their detention.

“The sentencing of Demirtaş, Yüksekdağ, and several other prominent opposition politicians in Türkiye to lengthy prison terms for their just political advocacy for Kurdish rights is yet another blow to hopes for positive change in the state of human rights, rule of law, and democracy in the country,” said Ayşe Bingöl Demir, director of the Turkey Human Rights Litigation Support Project. “This latest conviction, alongside ongoing arbitrary and politically charged detentions, blatantly violates international human rights standards and disregards ECtHR judgments. The international community now faces a critical choice: remain silent and risk complicity in these repressive practices, or call them out and take robust action, including initiating proceedings designated for such serious breaches of international obligations.”

For more information, please contact (English, Turkish):
info@turkeylitigationsupport.com, Twitter: @TR_Litigation

7 Yıldır Hukuka Aykırı Şekilde Hapsedilen Siyasetçiler Serbest Bırakılsın

Eski milletvekilleri ve belediye başkanları siyasi ifadeleri nedeniyle yargılanıyor, uzun süreli hapse maruz kalıyor

(İstanbul, 3 Kasım 2023) - Dört ayrı insan hakları örgütü bugün yaptıkları açıklamada, Türkiye hükümetinin uluslararası hukuka uyması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bağlayıcı kararlarını yerine getirerek, muhalefetteki Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) geçmiş dönemlerde eş başkanlığını yapmış olan siyasetçiler Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın derhal serbest bırakılmaları gerektiğini belirtti.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi, Uluslararası Hukukçular Komisyonu ve Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu bu çağrıyı siyasetçilerin haksız yere tutuklanmalarının yedinci yıl dönümünde yaptı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, "Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın hukuka aykırı şekilde hapsedilmelerinin yedinci yıl dönümü, Erdoğan Cumhurbaşkanlığının Türkiye'deki milyonlarca Kürt ve sol seçmeni temsil eden, demokratik yollarla seçilmiş muhalif siyasetçileri susturmak amacıyla tutukluluğu siyasi saiklerle kullanma isteğinin belirgin bir hatırlatıcısıdır. Türkiye, siyasetçilerin serbest bırakılmasına hükmeden bağlayıcı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymayarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile daha geniş anlamda uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerini alenen ihlal etmektedir" dedi.

Dokunulmazlıklarının kaldırılmasından aylar sonra, 4 Kasım 2016'da Demirtaş, Yüksekdağ ve 8 HDP'li milletvekili gözaltına alınarak keyfi şekilde tutuklanmışlardı. Takip eden beş ay boyunca 4 siyasetçi daha tutuklandı. İlgili dönemde HDP, Türkiye parlamentosundaki sandalyelerin yüzde 10,7'sine sahipti ve beş milyondan fazla seçmen tarafından destekleniyordu. Davaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına konu olan diğer 12 milletvekili artık tutuklu değil. Ancak Demirtaş ve Yüksekdağ halen cezaevindeler.

Tüm eski milletvekilleri, uluslararası hukukta güvence altına alınan ifade özgürlüğü haklarını kullandıkları için ayrı ayrı davalarda defalarca yargılandı. Şiddet içermeyen yahut şiddeti savunmayan siyasi ifadeleri ve faaliyetleri de bunlar arasında yer aldı. 2021 yılında haklarındaki toplu dava açıldığında, ayrı ayrı devam eden dava dosyalarının birçoğu birleştirildi. Bu toplu davada kendilerine yöneltilen muğlak ve kapsamı aşan suçlamalar arasında, 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde çoğunlukla Türkiye'nin güneydoğusundaki şehirlerde gerçekleşen protestolara verdikleri destekle ilişkilendirilen “devletin birliğini ve bölünmez bütünlüğünü ihlal” (bölücülük) ve hatta “insan öldürme” iddiaları da yer alıyor. Siyasetçiler, Suriye'nin kuzeyinde Kürtlerin çoğunlukta olduğu Kobani kentinin IŞİD olarak da bilinen İslam Devleti tarafından acımasızca kuşatılmasına karşı düzenlenen protestolar sırasında işlendiği iddia edilen tüm suçlardan sorumlu tutuluyor. Protestolar sırasında 37 kişinin öldüğü aktarılıyor.

Demirtaş ve Yüksekdağ'ın devam eden tutukluluklarına gerekçe gösterilen deliller, HDP'nin Twitter hesabından gönderilen ve Kobane kuşatmasına karşı yapılan protestoları destekleyen iki sosyal medya paylaşımından, siyasetçilerin şiddet içermeyen siyasi konuşmalarından, yasal olan faaliyetlerinden ve dosyaya yıllar sonra dahil edilen güvenilirliği tartışmalı tanık ifadelerinden oluşuyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, verdiği üç kararda siyasi ifadeleri ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle Demirtaş ve Yüksekdağ'ın tutuklanmalarının, "çoğulculuğu engelleyen ve demokratik toplum kavramının özü olan siyasi tartışma özgürlüğünü kısıtlayan" siyasi saiklere sahip bir susturma eylemi olduğuna karar verdi. Kararlardan Kasım 2018 ve Aralık 2020 tarihli ikisi Demirtaş hakkında, Ekim 2022 tarihli biri ise Yüksekdağ ve diğer 12 kişi hakkında. AİHM, siyasetçilerin kişi özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve seçilme haklarının ihlal edildiğini tespit etti. Demirtaş ve Yüksekdağ'ın tutukluluklarına ve 2021 yılında başlayan toplu davada yargılanmalarına gerekçe gösterilen olgular, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin  tutuklama tedbiri için yetersiz bulduğu  yargılamalarda yer alan olgularla büyük ölçüde aynı. 

Uluslararası Hukukçular Komisyonu Avrupa ve Orta Asya Programı geçici Direktörü Temur Shakirov, "AİHM'in Yüksekdağ ve Demirtaş'ın tutukluluğunu haklı kılacak yeterli gerekçe bulunmadığı yönündeki kararına rağmen, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Nisan 2023'te, Yüksekdağ ve Demirtaş'ın siyasi ifadeleriyle ilgili olduğunu iddia ettiği çok sayıda suçtan mahkûmiyet talep etmiştir. Bu durum, iki siyasetçiyi hedef alan davanın nihai amacının siyasi olduğunun altını çizmekte ve adaletin yerini bulacağına dair şüpheleri güçlendirmektedir" dedi.

Demirtaş ve Yüksekdağ'ın Kasım 2016'da tutuklanmalarının ardından Türkiye’de önemli bir referandum ve çok sayıda kritik seçim kampanyası yapıldı. 16 Nisan 2017'de yapılan Anayasa referandumu, gücü Cumhurbaşkanının elinde toplayan bir başkanlık yönetim sistemi getirdi. Bunu Demirtaş'ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a karşı hapishane hücresinden aday olduğu 24 Haziran 2018 tarihli Cumhurbaşkanlığı seçimi, 31 Mart 2019 yerel seçimleri ve son olarak da 14-28 Mayıs 2023 milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri izledi.

Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu Başkan Yardımcısı Reyhan Yalçındağ, "Muhalefetin önde gelen iki isminin tutukluluğu ile, ülke bu kritik kampanya süreçlerinde anlamlı bir demokratik tartışmanın önemli bir aracından ve adil seçimlerden mahrum bırakılmıştır. Mart 2024 yerel seçimleri hızla yaklaşırken, Bakanlar Komitesi ve diğer Avrupa Konseyi organları, Demirtaş'ın ve Yüksekdağ'ın  kamu işlerinde yer alma hakları dahil olmak üzere esasen milyonlarca seçmenin haklarını da ilgilendiren haklarına yönelik devam eden ihlallerin sona ermesini sağlamak için mevcut tüm araçları kullanmalıdır" dedi. 

Üye devletlerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamalarını denetlemekle sorumlu olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Türkiye'ye Demirtaş'ın tutukluluk halinin sona erdirilmesi çağrısında bulunan altı olağan karar ve istisnai durumlarda verdiği iki ara karar yayınladı. Bakanlar Komitesi bu yıl 5-7 Aralık tarihlerinde gerçekleştireceği oturumda, Türkiye'nin Yüksekdağ'la ilgili hükmü uygulamaması ve Yüksekdağ'ın tutukluluk halinin sona erdirilmemesi konusunu üçüncü kez değerlendirecek.

Yukarıda anılan dört sivil toplum kuruluşu, Bakanlar Komitesi'ne Aralık ayında Yüksekdağ'ın serbest bırakılması çağrısında bulunan bir karar vermesini talep eden ortak bir bildirimde bulundular.

Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi Direktörü Ayşe Bingöl Demir, "Türkiye, Bakanlar Komitesinin Demirtaş'ın derhal serbest bırakılmasına çağrı yapan çok sayıda kararını ve ara kararını görmezden gelmiştir. Türkiye'nin uluslararası yükümlülüklerine uymayı reddetmesi Yüksekdağ davasında da tekrarlanmıştır. Komite, bu davalarla ilgili olarak Türkiye'ye yönelik denetimini daha fazla gecikmeksizin yoğunlaştırmalıdır. Bu denetim tutuklu hak savunucusu Osman Kavala'nın davasında haklı olarak yürütüldüğü gibi ihlal prosedürünün başlatılmasını da içermelidir." dedi.

HDP ve ilişkili bir parti olan Demokratik Bölgeler Partisi'nden geçmiş dönemlerde seçilmiş diğer on sekiz parti yetkilisi ve belediye başkanı da halen tutukludur. Bu kişiler arasında 25 Ekim 2016'dan beri tutuklu bulunan Diyarbakır'ın seçilmiş eski belediye başkanı Gültan Kışanak ve 6 Kasım 2016'da tutuklanan Demokratik Bölgeler Partisi'nin eski eş başkanı Sebahat Tuncel de bulunuyor.  Kışanak'ın yedi yılı aşan tutukluluk süresi, uluslararası insan hakları hukukunun açık ihlali olmasının yanı sıra, Türk hukukunda düzenlenen yedi yıllık azami tutukluluk süresini dahi aşmıştır. İnsan hakları örgütleri, siyasetçilerin tutukluluklarının açıkça keyfi ve siyasi saiklere sahip olduğunu ve derhal serbest bırakılmaları gerektiğini ifade ettiler.

Turkey: Release Politicians Wrongfully Detained for 7 Years

Former Deputies and Mayors Face Prosecution and Prolonged Incarceration for Political Speech

(Istanbul, November 3, 2023) – The Turkish government should abide by international law and implement the binding judgments of the European Court of Human Rights (ECtHR) by immediately releasing politicians Selahattin Demirtaş and Figen Yüksekdağ, who formerly co-chaired the opposition Peoples’ Democratic Party (HDP), four rights organizations said today.

The four nongovernmental organizations—Human Rights Watch, the Turkey Human Rights Litigation Support Project, the International Commission of Jurists, and the International Federation for Human Rights—made their call on the seventh anniversary of the politicians’ wrongful imprisonment.

“The seventh anniversary of the unlawful incarceration of Selahattin Demirtaş and Figen Yüksekdağ is a stark reminder of the Erdoğan presidency’s willingness to use detention for political ends to silence democratically elected opposition politicians representing millions of Kurdish and leftist voters in Turkey,” said Hugh Williamson, Europe and Central Asia director at Human Rights Watch. “In defying the binding ECtHR judgments ordering the politicians’ release, Turkey is flagrantly violating its legal obligations under the European Convention on Human Rights and international law more broadly.”

On November 4, 2016, months after being stripped of their parliamentary immunity, Demirtaş, Yüksekdağ and eight fellow members of parliament from the HDP were arbitrarily detained and placed in pretrial detention, with four others incarcerated over the following five months. At the time, the HDP held 10.7 percent of seats in Turkey’s parliament and was backed by over five million voters. While the 12 other deputies whose cases are covered in the ECtHR judgments are no longer in detention, Demirtaş and Yüksekdağ remain incarcerated.

All the former parliamentarians have been repeatedly prosecuted in individual proceedings based exclusively on their exercise of their right to freedom of expression, protected under international law. This included their political speeches and activities, which did not involve or advocate violence. When a mass trial was opened against them in 2021, many of those ongoing individual case files were merged. The vague and wide-reaching accusations against them in this trial include allegations of “undermining the unity and territorial integrity of the State” (separatism) and even “murder.” These accusations relate to their support for protests that mainly took place in cities in southeast Turkey between October 6 and 8, 2014. The politicians have been held responsible for all offences allegedly committed over the course of these protests, which were organized against the brutal siege of the Kurdish-majority northern Syrian town of Kobane by the extremist armed group Islamic State (also known as ISIS). During the protests, 37 people reportedly died.

The evidence against the politicians, on the basis of which Demirtaş and Yüksekdağ are currently detained, consists of two social media postings supporting protests over the Kobane siege sent from the HDP Twitter account, together with the politicians’ nonviolent political speeches, lawful activities, and witness statements against them added to the case file years later that raise serious questions of credibility.

The ECtHR determined in three judgments—two pertaining to Demirtaş in November 2018 and December 2020, and one to Yüksekdağ and 12 others in October 2022—that their detention on the basis of speeches and social media postings was a politically motivated move to silence them, “stifling pluralism and limiting freedom of political debate, the very core of the concept of a democratic society.” The court found that their rights to liberty, to freedom of expression, and to be elected had been violated. The facts forming the basis on which Demirtaş and Yüksekdağ are detained and were prosecuted for in the 2021 mass trial are substantially the same as those contained in the proceedings which the ECtHR found to be insufficient grounds for their detention.

“Despite the European Court ruling that the grounds to justify Yüksekdağ and Demirtaş’s detention were insufficient, the Ankara public prosecutor in April 2023 requested their conviction on numerous alleged offences concerning their political speech, which may result in their life imprisonment without parole,” said Temur Shakirov, interim director of the International Commission of Jurists’ Europe and Central Asia Programme. “This underscores the ultimate political motives behind the ongoing case targeting the two and reinforces doubts about the fair administration of justice in the country.”

After Demirtaş and Yüksekdağ’s detentions in November 2016, Turkey held a landmark referendum and several crucial election campaigns. The April 16, 2017 constitutional referendum introduced a system of governance concentrating power in the hands of the president. It was followed by the June 24, 2018 presidential election in which Demirtaş ran as a candidate from his prison cell against President Recep Tayyip Erdoğan, the March 31, 2019 local elections, and, most recently, the May 14-28, 2023 parliamentary and presidential elections.

“With two prominent figures of the opposition in detention, the country has been deprived of a significant measure of meaningful democratic debate and fair elections around these crucial campaigns,” said Reyhan Yalçındağ, vice president of the International Federation for Human Rights. “With the March 2024 local elections fast approaching, the Committee of Ministers and the other Council of Europe bodies need to use all available means to ensure the end of the continuing violations of Demirtaş’s and Yüksekdağ’s rights, including their rights to participation in public affairs, which is also a violation of the rights of millions of voters.” 

The Council of Europe’s Committee of Ministers, responsible for overseeing member states’ implementation of ECtHR judgements, has issued six decisions and two resolutions calling on Turkey to release Demirtaş from detention. At its December 5-7 session this year, the Committee of Ministers will for the third time examine Turkey’s failure to implement the judgment pertaining to Yüksekdağ and release her from detention.

The four nongovernmental organizations have made a joint submission to the Committee of Ministers asking it to issue a decision in December calling for the release of Yüksekdağ.

“Turkey has ignored the Committee’s numerous decisions and interim resolutions calling for Demirtaş’s immediate release. This refusal to comply with Turkey’s international obligations has been repeated in the case of Yüksekdağ,” said Ayşe Bingöl Demir, director of the Turkey Human Rights Litigation Support Project. “The Committee must intensify its scrutiny against Turkey in relation to these cases without further delay, and this must include the triggering of infringement proceedings, in line with the route rightly followed in the case of the imprisoned rights defender Osman Kavala.”

Eighteen other elected former party officials and mayors from the HDP and an affiliated party, the Democratic Regions Party, are also currently detained. Among them is the prominent former elected mayor of Diyarbakır, Gültan Kışanak, detained since October 25, 2016, and Sebahat Tuncel, former co-chair of the Democratic Regions Party, detained on November 6, 2016. Kışanak’s pretrial detention has exceeded the legal limit of seven years under Turkish law, notwithstanding that seven years’ pretrial detention is a flagrant violation of international human rights law. The detentions of the politicians are blatantly arbitrary and politically motivated, and those imprisoned should be immediately released, the organizations said.

Türkiye: Yargıtay Hak Savunucusunun Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezasını Onadı

Osman Kavala ve Diğer Dört Sanığın Mahkumiyetlerinin Onanmasına Acilen Uluslararası Yanıt Verilmesi Gerekiyor

(İstanbul, 10 Ekim 2023) –  Aralarında Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesinin de bulunduğu dokuz sivil toplum kuruluşundan oluşan bir grup, bugün yaptıkları açıklamada, 12 Ekim'de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde Osman Kavala'nın serbest bırakılması talebi ile yapılacak acil tartışma öncesinde, hak savunucusu ve iş insanı Kavala ile diğer dört sanık hakkında on yıl önce gerçekleşen kitlesel protestolara dair yürütülen yargılamanın başından beri adil olmadığını ve aslında siyasi bir gösteri olduğunu belirttiler. Davanın beş sanığı, ifade, örgütlenme ve barışçıl toplanma özgürlüğü haklarını meşru bir şekilde kullandıkları için cezalandırıldı.

28 Eylül 2023 tarihinde Türkiye’nin yüksek temyiz mahkemesi Yargıtay, daha önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kavala'nın tutukluluğunun veya yargılanmasının bir dayanağı olmadığını tespit ettiği ve derhal serbest bırakılmasına karar verdiği halde, verilen mahkumiyet kararlarını onadı.

Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi'nden Helen Duffy, "Yargıtay, AİHM kararlarını ve Türkiye'nin insan hakları yükümlülüklerini görmezden gelerek, Türkiye'nin hukukun üstünlüğünden ne kadar uzaklaştığını çarpıcı bir şekilde ortaya koyan bu davadaki derin adaletsizlikte ısrar etmektedir. Dava yalnızca Kavala ve diğer sanıkların haklarının ağır bir şekilde ihlal edilmesine yol açmakla kalmadı, aynı zamanda Türkiye'nin yargı sisteminin nasıl bir siyasi baskı aracına dönüştüğünün de ürkütücü bir örneği oldu" dedi.

Her ne kadar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümet yetkilileri sürekli olarak Türkiye mahkemelerinin bağımsız olduğunu ifade etseler de Kavala ve diğer sanıkların davası bunun doğru olmadığını ortaya koyuyor. Bu yargılama, Cumhurbaşkanını ilgilendiren kilit davalarda savcıların ve mahkemelerin nasıl açıkça onun talimatlarını yerine getirdiklerini gösteriyor.

Kavala, hükümete ait bir imar projesine karşı 2013 İstanbul Gezi Parkı protestolarını organize ve finanse ettiğine ilişkin temelsiz bir iddiayla hükümeti devirmeye teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edildi. Yargıtay, dört diğer sanık Çiğdem Mater, Can Atalay, Mine Özerden ve Tayfun Kahraman'ın Kavala'ya yardım ettikleri iddiasıyla aldıkları 18'er yıl hapis cezasını onarken, Mücella Yapıcı, Hakan Altınay ve Yiğit Ekmekçi'ye verilen 18 yıllık hapis cezalarını bozdu ve Yapıcı ile Altınay'ın tahliyelerine karar verdi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, "Bu dava, Gezi Parkı protestolarından altı yıl sonra, bu protestoları tek bir kişinin, Osman Kavala'nın, büyük bir komplosu olarak göstermek kötü niyetiyle açıldı. Savcılıklar ve mahkemeler, kitlesel protestoların kendiliğinden ortaya çıktığını, protestocuların büyük çoğunluğunun şiddete başvurmadığını ve ifade ve toplanma özgürlüğüne ilişkin yasal haklarını kullandıklarını ortaya koyan tüm delilleri açıkça görmezden geldiler" dedi.

Yargıtay'ın 78 sayfalık kararı, savcılığın Şubat 2019'da hazırlanan iddianamesini tekrarlamakla yetiniyor; oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi iki kez, iddianamenin Kavala'nın ve dolayısıyla diğer sanıkların tutuklanmalarını, yargılanmalarını veya mahkum edilmelerini haklı gösterecek yeterli delil sunmadığına karar verdi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Konseyi ve Türkiye'nin insan hakları yükümlülüklerini açıkça görmezden gelen Yargıtay bu davada Türkiye aleyhine tekrarlanan tespitlere hiçbir atıfta bulunmuyor. Aralık 2019'da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Osman Kavala'nın derhal serbest bırakılmasına karar verdi. Şubat 2022'de, AİHM kararlarının uygulanmasını denetlemekten sorumlu organ olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, karara uymayı reddettiği için Türkiye hakkında ihlal prosedürü başlatmak gibi benzeri nadir görülen bir adım attı.

Bu durum, Türkiye'nin ilk AİHM kararını uygulamamasını ve 25 Nisan 2022 tarihinde Kavala ve diğer sanıklar hakkında mahkumiyet kararı veren yerel mahkemenin AİHM kararını tanımamasını kınayan ikinci bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına yol açtı.  Bu karardan hiç bahsetmeyen Yargıtay kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin rolünün reddedilişini derinleştiriyor.

Türkiye'nin Avrupalı ve uluslararası müttefikleri hem tek taraflı olarak hem de Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi hükümetler arası kuruluşlar aracılığıyla bu adaletsizliği acilen ele almalı. Bunlar, bu davayı Türkiye ile ikili ilişkilerinde öncelikli bir insan hakları meselesi olarak değerlendirmeli, sanıkların derhal serbest bırakılması da dahil olmak üzere AİHM kararlarının hızlı ve tam olarak uygulanması için baskı yapmalı.

Bu ülke ve kuruluşlar ceza hukukunun aktivistlere, insan hakları savunucularına, gazetecilere ve diğerlerine karşı siyasi saiklerle kötüye kullanılmasını kesin bir dille kınamalı. Türkiye'nin hâlihazırda sorumsuz şekilde gözardı ettiği insan hakları yükümlülüklerine ve hukukun üstünlüğü ilkelerine saygı göstermesini ve bunlara riayet etmesini sağlamak için güçlü bir çaba sarf edilmesi elzem.

Yargıtay, AİHM kararlarını görmezden gelerek, Türkiye'nin AİHM'in bağlayıcı kararlarına uymasını sağlama yönündeki anayasal yükümlülüğünü de göz ardı ediyor.

Uluslararası Hukukçular Komisyonu’nun Avrupa ve Orta Asya (vekil) Direktörü Temur Shakirov, "Eğer hukukun üstünlüğü işliyor olsaydı, Yargıtay, Kavala'nın derhal serbest bırakılmasını emreden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına saygı gösterirdi. Mahkeme bunun yerine, delilleri hiçe sayarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın her konuşmasında tekrarladığı Kavala'nın suçlu olduğu görüşünü savunmanın daha iyi olacağına karar verdi" dedi.

Yargıtay’ın Hatalı Gerekçesi

Yargıtay, 29 Eylül tarihli kararında, savcılığın Şubat 2019 tarihli iddianamesinde Gezi protestolarına hazırlık olduğunu iddia ettiği bir dizi olaya dayanmaktadır. Bunlar arasında 2011 yılında bir grup oyuncuyla birlikte "Ayağa Kalk İstanbul" adlı kısa bir video çekilmesi, 2012-13 yılları arasında İstanbul'da bir diktatörü konu alan bir oyun sahnelenmesi ve 2012 yılında Taksim Meydanı ve Gezi Parkı'nın imarına yönelik tartışmalı plana odaklanan Taksim Dayanışması adlı sivil toplum platformunun kurulması yer almaktadır. Mahkeme, bu yasal faaliyetler ile herhangi bir suç arasında bir nedensellik bağı gösterememekte, bu faaliyetlerin Kavala ve diğer sanıkların bir komploya dahil olduklarını gösterdiğine dair herhangi bir delil sunamamaktadır.

Mahkeme kararı, Gezi protestolarından önce çeşitli Orta Doğu ülkelerinde meydana gelen ve Arap Baharı olarak bilinen protesto ve halk ayaklanmalarına ve bunlardan on yıl daha öncesinde Sırbistan'da OTPOR gibi şiddet içermeyen sivil itaatsizlik hareketlerine, davayla ilgilerini göstermeden atıfta bulunuyor.

Kararda sivil toplum örgütlerinin isimlerine atıfta bulunulmakta, bu örgütlerin herhangi bir inandırıcı delil ileri sürülmeksizin Gezi Parkı protestolarını "destekledikleri ve yönlendirdikleri" iddia edilmektedir. Bunların başında ABD'li finansçı ve hayırsever George Soros tarafından kurulan Open Society Foundation ile ilişkili ancak ondan bağımsız olan ve sonrasında fesholunan hayır vakfı Açık Toplum Vakfı gelmektedir. Kavala vakfın kurucu üyesiydi, Altınay da Gezi Parkı protestolarından çok önce bir dönem vakfın yönetim kurulu başkanlığını yapmıştı.

Mahkeme, Soros'un kuruluşlarının ayaklanmaları teşvik ederek çeşitli ülkelerdeki hükümetleri devirmeyi amaçladığı, Türkiye Açık Toplum Vakfı ile Kavala'nın masum görünen hayırseverlik faaliyetleri kisvesi altında bu sürece dahil oldukları gibi ilk iddianamedeki antisemitik imalardan beslenen bir komplo teorisini tekrarlamaktadır.

Kavala'nın kendi sivil toplum grubu olan ve sanatı destekleyen Anadolu Kültür A.Ş.'ye de atıf yapılmaktadır. Diğer sanıklar Anadolu Kültür ile şu ilişkileri üzerinden Kavala ile ilişkilendirilmektedir: Film yapımcısı Çiğdem Mater danışmanlık, Mine Özerden yönetim kurulu üyeliği, Yiğit Ekmekçi de yönetim kurulu başkan yardımcılığı. Taksim Dayanışması üç diğer sanığın, Avukat Can Atalay, Şehir Plancısı Tayfun Kahraman ve Mimar Mücella Yapıcı, aktif olarak yer aldığı bir grup olarak adlandırılmaktadır.

Yargıtay, iddianamede yer alan Kavala'nın Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu üyeleri, diplomatlar, diplomatik misyonlar ve uluslararası insan hakları grupları gibi kurumlarla kurduğu temasların, Türkiye hükümeti aleyhine uluslararası kamuoyunu etkileme çabalarına delil olduğu iddialarına katılmaktadır.

Protestoların finansmanı iddialarına ilişkin bölümde Open Society Foundation kuruluşunun Açık Toplum Vakfı ve Anadolu Kültür'ü finanse ettiğinden bahsedilmektedir. Ancak iddianamede atıfta bulunulan MASAK raporunda kayıt altında olmayan herhangi bir para transferine dair bir bulgu olmadığı tespitine kararda yer verilmemektedir. Mahkeme kararında bunun yerine, Kavala'nın bir defasında parkta kamp kuran insanlara birkaç ekmek getirdiği, parkta kullanmak üzere plastik bir masa temin etmekten bahsettiği ve polisin biber gazından korunulması için maske ve gözlüklerin nereden alınabileceği gibi dinlemeye takılan konuşmalardan alınan örneklere dayanılmaktadır.

Mahkeme kararı ayrıca, sanıkların birbirileri ve başkaları arasında geçen ve hukuka aykırı yollarla kayıt altına alınan bir dizi telefon görüşmesini kabul edilebilir deliller olarak değerlendirmektedir. Herhangi bir suç faaliyetini ortaya çıkarmaktan uzak olan bu konuşmalar, sanıkların yasal şekilde sivil toplum örgütleri ve şiddet içermeyen aktivizm faaliyetleriyle uğraştıklarını, ifade, örgütlenme ve toplanma özgürlüğü haklarını kullandıklarını göstermektedir. Bu tür faaliyetler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme gibi Türkiye'nin taraf olduğu anlaşmaların da dahil olduğu uluslararası hukuk kapsamında, aynı zamanda Türkiye'nin kendi yasalarıyla da sıkı bir şekilde korunmaktadır.

Kararda, sanıklardan biri olan ve 2023 Mayıs seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi'nden milletvekili seçilen avukat ve aktivist Atalay'ın yasama dokunulmazlığı da reddedilmiştir. Yargıtay, bu davanın Türkiye Anayasası'nın 83. maddesi uyarınca milletvekili dokunulmazlığı kapsamında olmadığına karar vererek, konuyla ilgili 13 Temmuz tarihli kendi kararını teyit etmiş ve Atalay'ın mahkumiyetini onamıştır. Yargıtay bu sonuca varırken, Anayasa Mahkemesi'nin aynı koşullar altında tutuklu milletvekilleri Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Leyla Güven ile ilgili olarak verdiği, bu kişilerin dokunulmazlıklarının bulunduğu ve gözaltına alınmalarının, tutuklanmalarının ve yargılanmalarının bunu ciddi bir şekilde ihlal ettiğine hükmettiği içtihadını reddetmektedir.

Bildiriyi imzalayan sivil toplum kuruluşları :

· Uluslararası Af Örgütü

· ARTICLE 19

· İnsan Hakları İzleme Örgütü

· Avrupa Demokratik Hukukçular (AED)

· Demokrasi ve İnsan Hakları İçin Avrupa Hukukçuları (ELDH)

· Uluslararası Hukukçular Komisyonu (ICJ)

· Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH)

· Uluslararası PEN

· Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi


Daha fazla bilgi için:info@turkeylitigationsupport.com

Turkey: Top Court Upholds Rights Defender’s Life Term

Conviction of Osman Kavala and Four Others Needs Urgent International Response

(Istanbul, October 10, 2023) – The prosecution of the rights defender and businessman Osman Kavala and four codefendants in connection with mass protests a decade ago has been unfair and essentially a political show trial from the beginning,  a group of nine non-governmental organizations including the Turkey Human Rights Litigation Support Project said today, ahead of an October 12 urgent debate calling for Kavala’s release at the Parliamentary Assembly of the Council of Europe. The five have been punished for the legitimate exercise of their rights to freedom of expression, association and peaceful assembly.

On September 28, 2023, Turkey’s Court of Cassation, its top appeals court, upheld the convictions, notwithstanding that the European Court of Human Rights has previously found no basis for detention or trial, and ordered Kavala’s immediate release.

“By ignoring these judgments and Turkey’s human rights obligations, the Court of Cassation is doubling down on the deep injustice of this case that dramatically demonstrates how far Turkey has deviated from the rule of law,” said Helen Duffy of the Turkey Human Rights Litigation Support Project. “The trial has not only led to grave violations of the rights of Kavala and the others, but it provided a chilling example of how Turkey’s justice system has become a tool of political repression.”

Although President Recep Tayyip Erdogan and Turkish government officials repeatedly state that Turkish courts are independent, the trial of Kavala and his codefendants exposes those claims for the falsehood they are, and demonstrates how in key cases of interest to the president, prosecutors and courts blatantly do his bidding.

Kavala was sentenced to life in prison without parole, convicted of attempting to overthrow the government on false allegations that he organized and financed the 2013 Istanbul Gezi Park protests against a government urban development project. Four codefendants – Çiğdem Mater, Can Atalay, Mine Özerden and Tayfun Kahraman – received 18-year sentences for allegedly aiding Kavala, while the court quashed the 18-year sentences of Mücella Yapıcı, Hakan Altınay and Yiğit Ekmekçi, and ordered Yapıcı and Altınay’s release pending retrial.

“This trial cynically opened six years after the Gezi Park protests with the malevolent intent of casting them as the outcome of a grand conspiracy by one man, Osman Kavala,” said Hugh Williamson, Europe and Central Asia director at Human Rights Watch. “To achieve this the prosecution and the courts blatantly had to ignore all the evidence of spontaneous mass protests in which the vast majority of protesters committed no violence and exercised their lawful rights to freedom of expression and assembly.”

The Court of Cassation’s 78-page verdict simply reiterates the prosecution’s allegations in the February 2019 indictment, though the European Court of Human Rights ruled twice that the indictment offered insufficient evidence to justify Kavala’s detention, prosecution or conviction, and by inference, the other defendants’.

Notably, in a striking rebuke to the European Court of Human Rights, Council of Europe, and Turkey’s human rights obligations, the Court of Cassation makes no reference to the repeated findings against Turkey in this case. In December 2019, the European Court ordered Kavala’s immediate release, and in February 2022, the Committee of Ministers of the Council of Europe, the body responsible for overseeing implementation of European Court judgments, took the almost unprecedented step of triggering infringement proceedings against Turkey for its refusal to comply.

This led to a second European Court of Human Rights judgment condemning Turkey’s failure to carry out the first, and the failure of the Turkish court convicting Kavala and others on April 25, 2022, to recognize the European Court of Human Rights’ judgment. The Court of Cassation decision doubled down on that rejection of the European Court’s role, with no mention of that judgment.

Turkey’s European and international allies, both unilaterally and through intergovernmental organizations, including the Council of Europe, the European Union, and the United Nations, should address this injustice as a matter of urgency. They should treat the case as a priority human rights matter in their mutual relations with Turkey, and push for the swift and full implementation of the European Court’s’ judgments, including for the defendants’ immediate release.

They should firmly condemn the abuse of criminal law against activists, human rights defenders, journalists and others in politically motivated cases. Robust efforts are essential to ensure that Turkey respects and abides by its human rights obligations and rule of law principles, which are currently being flouted with impunity.

In turning a blind eye to the Strasbourg court’s rulings, the Court of Cassation is also ignoring its constitutional obligation to ensure that Turkey adheres to binding decisions of the European Court, which take precedence over rulings in Turkey’s domestic courts.

“If the rule of law were at work here, the Court of Cassation would respect the European Court of Human Rights judgment ordering Kavala’s immediate release,” said Temur Shakirov, Europe and Central Asia Director (interim) at the International Commission of Jurists. “Instead, and flying in the face of the evidence, the court has decided it is better to follow President Erdogan’s view, repeated in speech after speech, that Kavala is guilty.”

The Court of Cassation’s Flawed Reasoning

In its September 29 decision, the Court of Cassation relies on a chronology of events from the February 2019 indictment that the prosecution argues constituted the preparation for the Gezi protests. This included making a short video with a group of actors in 2011 called “Rise up Istanbul,” production of a play in Istanbul about a dictator, which ran from 2012-13, and the 2012 establishment of the civil society platform, Taksim Solidarity, focused on the highly contested plan to develop Taksim Square and Gezi Park. The court fails to show any causality between these lawful activities and any crime or to provide any evidence that these activities showed that Kavala and the other defendants were involved in a conspiracy.

The court decision makes reference to the protests and popular uprisings in various Middle Eastern countries that predated the Gezi protests and came to be known as the Arab Spring, and nonviolent civil disobedience movements such as OTPOR in Serbia a decade earlier, without showing their relevance to the case.

The decision names civil society organizations and alleges they “supported and directed” the Gezi Park protests without providing any credible evidence. Chief among them are the Open Society Foundations, set up by the US financer and philanthropist George Soros, and the affiliated but independent (and now dissolved) philanthropic foundation in Turkey (Açık Toplum Vakfı). Kavala was a founding member of the group, and Altınay served for a period well before the Gezi Park protests as director of the board.

The court repeats a conspiracy theory, informed by antisemitic tropes, from the original indictment that Soros’s organizations aimed to overthrow governments in various countries by encouraging uprisings, and that the Turkish Open Society Foundation and Kavala were involved in this process under the guise of innocent-looking philanthropic activities.

Kavala’s own civil society group, Anadolu Kültür A.Ş., which supports the arts, was also named. The other defendants were linked to Kavala through their participation in that organization: film producer Çiğdem Mater, employed as an advisor, Mine Özerden, a member of the board, and Yiğit Ekmekçi, deputy head of the board. Taksim Solidarity is named as the group in which three defendants - lawyer Can Atalay, city planner Tayfun Kahraman and architect Mücella Yapıcı - participated actively.

The Court of Cassation endorses the indictment’s inclusion of Kavala’s contacts with bodies such as the European Commission, members of the European Parliament, diplomats, diplomatic missions and international human rights groups, as evidence of alleged efforts to influence international opinion against the Turkish government.

A section on the alleged protest financing cites the Open Society Foundations’ funding of the Turkish Open Society and Anadolu Kültür, but it omits that a formal investigation into the funding cited in the indictment (the MASAK report) found no evidence of unaccounted for money transfers. Instead, the court relies on examples drawn from wiretapped conversations, of Kavala once bringing people camped in the park a few bread rolls, talking about obtaining a plastic table for use in the park, and where to buy masks and goggles to protect from police tear gas.

The court decision also allows as admissible evidence a mass of random wiretapped conversations between the defendants and others that were illegally obtained. Far from revealing any criminal activity, the conversations show that the defendants were lawfully engaged in civil society organizations and nonviolent activism, and were exercising their rights to free speech, association, and assembly. Such activities are strictly protected under international law, including treaties to which Turkey is a party such as the European Convention of Human Rights and the International Covenant on Civil and Political Rights, as well as in Turkey’s own laws.

The decision rejects parliamentary immunity from prosecution for one of the defendants, Atalay, a lawyer and activist who won a seat in the May 2023 parliamentary elections on behalf of the Workers’ Party of Turkey. The Court of Cassation decided that he was not protected by parliamentary immunity under article 83 of Turkey’s Constitution in relation to this case confirming its own July 13 decision on the matter, and upheld his conviction. In reaching this conclusion, the Court of Cassation rejects the case law of the Constitutional Court, given under identical conditions, in judgments related to other jailed parliament members, Ömer Faruk Gergerlioğlu and Leyla Güven, which held that they do have immunity and that arresting, prosecuting, and detaining them constitute very serious violations of that immunity.

The nongovernmental organizations who signed the statement are:

· Amnesty International

· ARTICLE 19

· Human Rights Watch

· European Democratic Lawyers (AED)

· European Lawyers for Democracy and Human Rights (ELDH)

· International Commission of Jurists

· International Federation for Human Rights (FIDH)

· PEN International

· Turkey Human Rights Litigation Support Project.

For more information, please contact (English, Turkish): info@turkeylitigationsupport.com

33 sivil toplum kuruluşu ve barodan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne Türkiye’de ağır tehdit altına olan barışçıl toplanma özgürlüğü hakkına dair kapsamlı bir bildirim

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının demokrasi ve çoğulculuğun korunmasındaki asli rolü ve Türkiye'de Mayıs 2023'te yapılması beklenen Cumhurbaşkanlığı seçimleri göz önüne alınarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Oya Ataman grubu kararlarının icrasının denetiminde güçlü ve kararlı bir yaklaşım benimsemeli.

Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi’nin de aralarında bulunduğu 26 uluslararası ve Türkiye merkezli sivil toplum kuruluşu ve Türkiye’den 7 baro Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesince izleme altında bulunan ve barışçıl toplanma özgürlüğü hakkının kullanımına ilişkin olan Oya Ataman Grubu davalarına Kural 9.2. kapsamında bir bildirimde bulundu. Bakanlar Komitesi bu bildirimi 7-9 Mart 2023’te yapacağı toplantıda Türkiye’nin son eylem planı ile beraber değerlendirmeye alacak. Bildirim, ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulanmasının izlenmesi sürecinde Komite’nin rolünün önemine ve Türkiye’nin Mahkeme içtihatlarına ve uluslararası insan hakları standartlarına uyum sağlaması için alması gereken genel tedbirlere vurgu yapıyor.

Oya Ataman grubu davaları genel olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11. maddesinde yer alan barışçıl toplanma ve örgütlenme hakkına ilişkin birçok hukuki, sosyal ve siyasi meseleyi ele alan ve yaşam hakkı (madde 2), işkence yasağı (madde 3), özgürlük ve güvenlik hakkı (madde 5), ifade özgürlüğü (madde 10) ve etkili başvuru hakkı (madde 13) ihlallerini de içeren 74 davadan oluşuyor. Her ne kadar Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bu davaların 64’ünü "genel tedbirlere duyulan ihtiyacın devam etmesine halel getirmeksizin" kapatmış olsa da yapılan bildirim yerel mevzuatta ve Türkiye makamlarının adli ve idari uygulamalarında giderek artan ve ciddileşen eksiklikler olduğunu ortaya koyuyor. Bildirim, AİHM’in Türkiye'de toplanma özgürlüğü hakkına ilişkin içtihadının tam olarak uygulanması için gerekli genel tedbirleri belirliyor ve bunların Komite tarafından karar altına alınmasını talep ediyor.

Bildirim, sivil toplum kuruluşlarının raporlarından ve resmi verilerden elde edilen bilgiler ışığında, Türkiye’de barışçıl toplanma hakkının kullanımının özellikle 2016’daki darbe girişimini izleyen dönemde ciddi bir şekilde daraldığını ortaya koyuyor. Türk yetkililerin sistematik bir biçimde genel nitelikli veya özel yasaklarla toplantı, gösteri ve yürüyüşleri “yasadışı” ilan etme; barışçıl toplantılara polis müdahalelerinde ve gözaltılarda yerinde olmayan ve orantısız güç kullanımı ve sorumlu polis memurlarının cezasız bırakılması; göstericilerin ve katılımcıların idari para cezası ve adli yaptırımlara maruz bırakılması gibi uygulamaların 2018’de OHAL’in kaldırılmasından sonra dahi artış gösterdiğine dikkat çekiliyor. Sivil toplum kuruluşları ve barolara göre özellikle kadın hakları grupları, Kürt nüfusunun yoğun olduğu bölgelerde haklarını kullanmak isteyenler, LGBTI+ gruplar ve işçiler, bahsedilen bu ağır ve sistematik hak ihlallerine en çok maruz kalanlar arasında yer alıyor.

Bildirim, hükümetin 8 Temmuz 2022 tarihli eylem planındaki iddialarına rağmen, Türkiye'deki mevcut yasal çerçeve ve uygulamaların, Sözleşme standartlarını büyük ölçüde karşılamadığını tartışıyor. Buna göre, Türk Hükümeti Oya Ataman grubu kararlarındaki AİHM tespitlerini ve kararların icrasının denetimi sürecinde Bakanlar Komitesinin taleplerini etkili bir şekilde ele almamakta ve genel olarak toplanma özgürlüğü hakkını güçlendirmek için gerekli önlemler konusunda adım atmamakta. Türkiye'de hakkın kullanımının sistemli olarak engellenmesine ilişkin tablonun ciddi şekilde kötüleşmekte olduğunun altını çizen sivil toplum kuruluşları ve barolara göre toplantı özgürlüğü hakkının demokrasi ve çoğulculuğun korunmasındaki asli rolü ve Türkiye'de 2023'te yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri göz önüne alındığında, Bakanlar Komitesi, kararların icrasının denetiminde acilen güçlü ve kararlı bir yaklaşım benimsemeli.

Türkiye’de barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan sistemli müdahaleler nedeni ile bu hakkın kullanımının esasen imkansız kılındığına dair tabloyu dayanakları ve örnekleri ile ortaya koyan sivil toplum kuruluşları ve barolar, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesini, Mart 2023 toplantısı sonrası Oya Ataman grubu davalarını nitelikli izleme prosedüründe incelemeye devam etmeye, bu grubu olağan insan hakları toplantılarında düzenli olarak ele almaya ve Türkiye’ye aşağıdaki genel tedbirlerin alınması yönünde çağrıda bulunmaya davet ediyor:

1.     Türkiye Eylem Planını gözden geçirmeli ve Oya Ataman grubunda AİHM tarafından belirlenen ve yerel mevzuattan kaynaklanan yapısal sorunları eksiksiz biçimde ele almalıdır.

2.     2911 sayılı Kanun hükümleri AİHM içtihatlarında belirlenen ilkelere uygun hale getirilmelidir.

3.     5442 Sayılı İl İdaresi Kanununun hükümleri, özellikle Valilere hem barışçıl toplantıları hem de kapalı mekan insan hakları etkinliklerini yasaklama yolunda geniş kapsamlı yetkiler veren 11(C) maddesinin, AİHM içtihatlarında belirlenen ilkelere uygun şekilde değiştirilmelidir.

4.     Göz yaşartıcı gaz ve diğer kitle kontrol silahlarının kullanımına ilişkin 2016 yönergesi gözden geçirilmeli, kitle kontrol silahlarının kullanımına ilişkin uluslararası standartlara her açıdan uyulması sağlanmalı ve bu konuda Avrupa Konseyi aracılığıyla erişilebilecek her türlü uluslararası uzmanlıktan yararlanılmalıdır.

5.     Türkiye, kolluk kuvvetleri tarafından herhangi bir aşırı güç kullanımının makullüğünü ve orantılılığını değerlendirmek için etkili bir inceleme mekanizmasını devreye sokmalıdır.

6.     Türkiye, barışçıl toplanma özgürlüğünü kullanan sivil toplum kuruluşu mensuplarının hak kullanımı niteliğindeki fiillerinin yargılama ve ceza konusu sayılmasına son vermelidir.

7.     Türkiye, barışçıl toplanma özgürlüğü hakkının ihlal edilmesini önlemek için açık ve ayrıntılı bir strateji geliştirmelidir.

8.     Türkiye, insan hakları, orantılı güç kullanımı, kamusal olaylara müdahale ve göz yaşartıcı gaz kullanımı konularında kolluk görevlilerine yönelik hizmet içi eğitim programlarını etkili bir şekilde hayata geçirmeli, mevcut uygulamalar gözden geçiririlmelidir.

9.     Türkiye, Komite ile toplantı ve gösteri yürüyüşlerine getirilen idari yasaklar (yeri, emri veren makamlar, tarihler, kapsam ve süreler dahil), gösteri ve toplantıları dağıtmak için kolluk kuvvetlerinin müdahaleleri ve 2911 sayılı Kanun'un ihlali iddiası ile başlatılan adli ve idari kovuşturma ve mahkumiyet sayısı hakkında ayrıntılı bilgi paylaşmalıdır. 

10.  Türkiye Komite’ye toplantı ve gösteri yürüyüşlerini aşırı güç kullanarak dağıtmakla suçlanan kolluk görevlileri hakkında başlatılan idari ve cezai soruşturma ve kovuşturmalara ilişkin (kovuşturma, mahkumiyet ve beraat sayıları, suç türleri ve cezalar dahil) ayrıntılı bilgi vermelidir.

Bildirim metninin İngilizcesine buradan, Türkçesine buradan ulaşabilirsiniz.

Bildirimde bulunan aralarında çok sayıda İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı bileşeninin de bulunduğu sivil toplum kuruluşu ve barolar şunlar: Batman Barosu, Bingöl Barosu, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Civil Rights Defenders, Dersim Barosu, Düşünce Suçuna Karşı Girişim, European Lawyers for Democracy and Human Rights (Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupalı Avukatlar), Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, International Federation For Human Rights (Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu), İfade Özgürlüğü Derneği, Kaos GL Derneği, Lambdaistanbul LGBTİ+ Dayanışma Derneği, London Legal Group, Mardin Barosu, Muş Barosu, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi (ÖHD), P24 Bağımsız Gazetecilik Derneği, Research Institute on Turkey, Roman Hafıza Çalışmaları Derneği/Romani Godi, Sivil Alan Araştırmaları Derneği, Şırnak Barosu, Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği, Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı, Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi (TLSP), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TIHV), Üniversiteli Kuir Araştırmaları ve LGBTİ+ Dayanışma Derneği, Van Barosu, Yaşam Bellek Özgürlük Derneği ile İnsan Hakları Ortak Platformu bileşenleri; Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnisiyatifi Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, İnsan Hakları Derneği ve Yurttaşlık Derneği.

Comprehensive Rule 9.2 submission from 33 NGOs and bar associations to the Committee of Ministers on the serious restrictions to freedom of peaceful assembly in Türkiye

Council of Europe Committee of Ministers should adopt a strong and resolute approach in its supervision of the execution of the European Court of Human Rights’ judgments in the Oya Ataman group cases, especially in the wake of the upcoming Presidential elections of May 2023.

26 international and Türkiye-based non-governmental organizations, including the Turkey Human Rights Litigation Support Project, and 7 local bar associations presented a Rule 9.2 communication regarding the execution of the European Court of Human Rights’ Oya Ataman Group judgments. The cases concern the exercise of the right to freedom of peaceful assembly in Türkiye and are under the judgment execution supervision of the Council of Europe Committee of Ministers. The Committee will evaluate the joint submission of the non-governmental organisations and bar associations together with the recent action plan by Türkiye in its meeting on 7-9 March 2023. The submission draws attention to the importance of the Committee's role in monitoring the implementation of the relevant judgments and formulates the general measures that Türkiye must take to comply with the Court's case-law and international human rights standards.

Oya Ataman group consists of 74 cases addressing important legal, social and political issues in Türkiye related to the right to peaceful assembly and association guaranteed under Article 11 of the European Convention on Human Rights, as well as the right to life (article 2), the prohibition of torture (article 3), the right to liberty and security (article 5), the right to freedom of expression (article 10) and the right to an effective remedy (article 13). Although the Committee of Ministers closed 64 of these cases "without prejudice to the continuing need for general measures", the joint submission underlines that there are growing and serious shortcomings in domestic legislation and in the judicial and administrative practice of the Turkish authorities. The communication sets out a number of general measures necessary for the full implementation of the case-law of the ECtHR on the right to freedom of peaceful assembly in Türkiye and requests the Committee to ensure their adoption.

The non-governmental organisations and bar associations underline that, in the light of the reports of non-governmental organizations and official statistics, the exercise of the right to freedom of peaceful assembly has seriously deteriorated in Türkiye, especially in the period following the 2016 coup attempt. Accordingly, the practices of the Turkish authorities such as systematically declaring meetings, demonstrations, and marches “illegal” by imposing general or specific prohibitions; the inappropriate and disproportionate use of force in police interventions and detentions in peaceful gatherings as well as impunity for police officers who bear responsibility; and the exposing of demonstrators and participants to administrative fines and judicial sanctions increased even after the lifting of the state of emergency in 2018. According to non-governmental organizations and bar associations, especially women's rights groups, those based in the regions with a high Kurdish population, LGBTI+ groups, and workers are among those most exposed to these serious and systematic rights violations.

The submission contests the government’s claims in its action plan of 8 July 2022 and argues that the current legal framework and practice in Türkiye largely do not meet the Convention standards. According to the non-governmental organisations and bar associations, the Turkish government does not effectively address the ECtHR's findings in the Oya Ataman group judgments and the requests of the Committee of Ministers as part of its judgment execution supervision process, and it generally does not take necessary measures to strengthen the right to freedom of peaceful assembly. They further reiterate that the systematic prevention of the exercise of this fundamental right in Türkiye is seriously deteriorating. Considering the essential role freedom of peaceful assembly plays in the protection of democracy and pluralism, the Committee of Ministers should urgently adopt a strong and resolute approach in its supervision of the execution of the Court’s judgments in the Oya Ataman group, especially in the wake of the upcoming Presidential elections in mid-2023.

After providing a comprehensive picture -supported by evidence and examples- that the exercise of the right to freedom of peaceful assembly is essentially impossible in Türkiye due to the systematic interventions in the right by the Turkish authorities, the non-governmental organizations and bar associations invite the Committee of Ministers to ensure following its 7-9 March 2023 meeting that the Oya Ataman group cases remain under the enhanced procedure and are reviewed regularly in the Committee’s quarterly Human Rights meetings and call on Türkiye to take the following general measures:

1.     Review its the Action Plan and fully address the structural problems identified by the ECtHR in the Oya Ataman group and stemming from domestic legislation;

2.     Amend Law No. 2911 to ensure that its provisions are fully in line with the principles set out in the case law of the ECtHR;

3.     Amend Law No. 5442 to ensure that its provisions are fully in line with the principles set out in the case law of the ECtHR; in particular, amend Article 11(C) which grants broad powers to governors to ban both peaceful public assemblies and indoor human rights events,

4.     Review the 2016 Directive on the use of tear gas and other crowd control weapons to ensure that it complies in all respects with international standards in relation to the use of crowd control weapons and to make use of the international expertise which could be made available through the Council of Europe;

5.     Urge Türkiye to put in place an effective ex post facto review mechanism to assess the reasonableness and proportionality of any use of excessive force by law enforcement officials;

6.     Call on Türkiye to stop the criminalization of the members of civil society who exercise their right to freedom of peaceful assembly;

7.     Call on Türkiye to pursue a clear and detailed strategy to prevent violations of the right to freedom of peaceful assembly;

8.     Urge Türkiye to carry out an effective overview of the in-service training programmes for law enforcement officials on human rights, proportionate use of force, intervention against public events, and use of tear gas;

9.     Request Türkiye to provide detailed information on administrative bans imposed on assemblies and demonstrations (including information on the locations, the authorities who ordered, dates, their scope and durations), on interventions by law enforcement officers to disperse demonstrations and meetings, and on assemblies and demonstrations that were allowed to take place without police intervention although they failed to comply with the requirements of the Law No. 2911, as well as the number of criminal and administrative prosecutions and convictions linked to breaches of Law No. 2911;

10.  Request Türkiye to provide detailed information on the criminal investigations and proceedings initiated against law enforcement officers accused of using excessive force to disperse meetings and demonstrations (including information on the numbers of prosecutions, convictions, and acquittals, the type of offences and sentences).

The English version of the submission is here, and the Turkish version is here.

Non-governmental organizations and bar associations that made the joint submission include several members of the Human Rights Defenders Solidarity Network and are as follows: Association for Freedom of Expression (İfade Özgürlüğü Derneği), Association of Lawyers for Liberty/Istanbul Branch (Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi), Batman Bar Association (Batman Barosu), Bingöl Bar Association (Bingöl Barosu), Civic Space Studies Association (Sivil Alan Araştırmaları Derneği), Civil Rights Defenders, Dersim Bar Association (Dersim Barosu), European Lawyers for Democracy and Human Rights, Foundation for Society and Legal Studies (Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı), Human Rights Foundation of Turkey (Türkiye İnsan Hakları Vakfı), Initiative for Freedom of Expression (Düşünce Suçuna Karşı Girişim), International Federation For Human Rights, Lambdaistanbul LGBT Solidarity Association (Lambdaistanbul LGBTİ+ Dayanışma Derneği), Kaos GL Association (Kaos GL Derneği), Life Memory and Freedom Association (Yaşam Bellek Özgürlük Derneği), London Legal Group, Mardin Bar Association (Mardin Barosu), Muş Bar Association (Muş Barosu), Progressive Lawyers Association (Çağdaş Hukukçular Derneği), P24 Independent Journalism Association (P24 Bağımsız Gazetecilik Derneği), Research Institute on Turkey, Roman Memory Studies Association (Roman Hafıza Çalışmaları Derneği/Romani Godi), Social Policies, Gender Identity, and Sexual Orientation Studies Association (Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği), Şırnak Bar Association (Şırnak Barosu), Truth Justice and Memory Center (Hakikat Adalet Hafıza Merkezi), the Turkey Human Rights Litigation Support Project, University Queer Research and LGBTI+ Solidarity Association (Üniversiteli Kuir Araştırmaları ve LGBTİ+ Dayanışma Derneği), Van Bar Association (Van Barosu) and Human Rights Joint Platform (İnsan Hakları Ortak Platformu): Association for Monitoring Equal Rights (Eşit Haklar İçin İzleme Derneği), Citizens Association (Yurttaşlık Derneği), Human Rights Agenda Association (İnsan Hakları Gündemi Derneği), Human Rights Association (İnsan Hakları Derneği), and Rights Initiative Association (Hak İnisiyatifi Derneği)

Türkiye: Siyasi partiye karşı kapatma davası

Bu dava, seçimlerden önce siyasi muhalefete ve demokratik kurallara karşı bir saldırıdır

[Londra] Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesinin de aralarında bulunduğu 10 uluslararası ve yerel sivil toplum örgütü, Meclis ve Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ikinci büyük muhalefet partisinin tasfiyesine yönelik mevcut çabaların siyasi partilerin kapatılmasına yönelik son derece sorunlu uygulamaların en son örneği olduğunu belirtti. Geçmiş uygulamalar, örgütlenme, toplanma ve ifade özgürlükleri ile seçmenlerin arzu ettikleri temsilcileri seçme hakkı da dahil olmak üzere serbest ve adil seçim haklarını ihlal etmişti.

Anayasa Mahkemesi'nden, mecliste 56 milletvekili bulunan bir siyasi parti olan Halkların Demokratik Partisi (HDP)'nin kapatılmasına karar vermesi talep ediliyor. Siyasi parti aleyhindeki iddianame ile, 451 siyasetçi ve parti üyesinin beş yıllık bir süre boyunca örgütlü siyasi faaliyetten ve siyasi parti üyeliğinden yasaklanması ile partinin malvarlığına el konulması talep ediliyor. 5 Ocak tarihinde Anayasa Mahkemesi, partinin meclisteki siyasi parti gruplarının almaya hak kazandığı hazine desteğini içeren banka hesaplarının geçici olarak bloke edilmesine ilişkin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının tedbir talebini kabul etti. 10 Ocak'ta Başsavcı, Anayasa Mahkemesi'ne parti aleyhindeki davaya ilişkin sözlü beyanlarda bulunacak. HDP, Başsavcının beyanlarına karşı sonraki bir tarihe kadar savunmalarını sunduktan sonra, Mahkeme müzakere için toplanarak nihai bir karar verecek. 

11 Ekim 2022 tarihinde 10 sivil toplum örgütü, siyasi partilerin keyfi olarak kapatılmasının çok sayıda hak ihlaline sebebiyet verdiğini savunarak Anayasa Mahkemesi'ne bir üçüncü taraf görüşü sundular. 

Görüşü sunan sivil toplum örgütleri arasındaki Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi'nden Philip Leach, ”Uluslararası hukuk, örgütlenme, ifade özgürlüğü ve barışçıl toplanma özgürlüğü çerçevesinde siyasi partilerin haklarını güvence altına almakta, her vatandaşın kamusal faaliyetlerin yürütülmesine katılma, seçme ve seçilme haklarını demokrasinin temel ilkeleri olarak ele almaktadır. Halkların Demokratik Partisi'nin kapatılma ihtimaline ilişkin olarak Türkiye'de Anayasa Mahkemesi'nde görülen dava, mahkemenin uluslararası hukuka uyup uymayacağı ve demokratik normlara saygı gösterip göstermeyeceği konusunda temel bir test niteliği taşımaktadır. Bir siyasi partiyi zorunlu gerekçeler olmadan kapatmak çok sayıda hak ihlaline sebebiyet verir ve bu aynı zamanda demokrasiye yönelik bir saldırıdır” dedi.

Anayasa Mahkemesi'nde görülen dava, 7 Haziran 2021 tarihli ve 834 sayfalık bir iddianameye dayanıyor. İddianamede HDP'nin faaliyetlerinin yasadışı silahlı Kürdistan İşçi Partisi/Kürdistan Topluluklar Birliği'nin (PKK/KCK) amaçları doğrultusunda yürütüldüğü iddia ediliyor. İddianameye göre, PKK/KCK ile HDP'nin faaliyetleri arasında "organik" bir bağ bulunuyor. Savcı bu faaliyetlerin "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne .. aykırı" şekilde bölücülüğü desteklediğini ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 68/4. maddesi ile Siyasi Partiler Kanunu'ndaki hükümleri ihlal ettiğini iddia ediyor. İddianame, parti üyelerini ve alt organlarını bu nitelikteki suçların işlenmesine iştirak etmekle, bu suçları işlemeye teşvik etmekle veya bu suçları ve işleyenleri övmekle suçluyor.

Sivil toplum örgütleri, üçüncü taraf görüşlerinde HDP aleyhindeki davanın Türkiye’nin siyasi parti kapatmalarına ilişkin uzun geçmişi bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini, bu geçmişin Avrupa Konseyi’nin üyesi olan diğer ülkelerden önemli ölçüde farklılaştığını ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin defaatle ihlal edildiğinin tespit edildiğini savunmuştur. 

Türkiye’nin Anayasa Mahkemesi, 1982’den bu yana incelediği 40 davada 19 ayrı siyasi partinin kapatılmasına karar verdi. Kapatılan partilerin çoğu Türkiye’deki Kürtlerin haklarını savunan partiler ile solcu partilerdi. Geniş ve belirsiz niteliğe sahip “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne .. aykırı” hareket etme yasağı ise başlıca isnadı oluşturmuştu. Eşit şekilde belirsizliğe sahip “demokratik ve laik cumhuriyetin ilkelerine .. aykırı” faaliyet gösterme gerekçesiyle ise üç parti kapatıldı. 2008 yılında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kendisi de bu gerekçeyle kapatılmaktan zorlukla kurtulabildi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye’ye ilişkin olarak, incelediği yedi davanın altısında siyasi parti kapatma kararlarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiğini tespit etti.

AİHM, temelde bu davalardaki kararlarıyla geliştirdiği içtihadında siyasi partilerin kısıtlanması ya da kapatılmasına yönelik tedbirlerin istisnai ve olağandışı olduğuna hükmetti. Mahkeme’nin, bir siyasi parti kapatma kararının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile uyumlululuğunun incelenmesine ilişkin kriterlerinin üç unsuru bulunmaktadır. Mahkeme, kapatmanın yasal bir dayanağa sahip olup olmadığını, meşru bir amacı olup olmadığını, demokratik toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını incelemektedir.

Sivil toplum örgütleri sundukları görüşte, Kürtlerin haklarını savunan partilere ilişkin AİHM’e gönderilen davaların tümünde, Mahkemenin, halkların kendi kaderini tayin hakkının tanınmasını, Kürtçe diline ilişkin hakların veya Kürt kimliğinin tanınmasını barışçıl şekilde savunmanın kendi başına demokrasinin temel ilkelerine aykırı olmadığına, siyasi parti kapatmanın örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiğine karar verdiğini vurgulamışlardır. AİHM, siyasi partilerin kapatılmasının birçok durumda “acil bir toplumsal ihtiyacı” karşıladığının söylenemeyeceğini tespit etmiştir.

İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan “Anayasa Mahkemesi, HDP'ye karşı açılan mevcut davayı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Türkiye'de siyasi partilerin, -özellikle de Kürt seçmenlerin haklarını savunan partilerin- kapatılmasının temel hakları ihlal ettiği yönündeki kararları ışığında değerlendirmelidir. Bir siyasi partinin kapatılmasına ilişkin alınacak olağandışı bir tedbir, demokratik toplum kavramının özünde yer alan çoğulculuğu bastırmak ve siyasi tartışma özgürlüğünü kısıtlamaya hizmet etmektedir" dedi.

STK'lar görüşlerinde ayrıca AİHM'in HDP'lilerle ilgili davalarda yakın tarihlerdeki tespitlerini, ceza yargılamalarının siyasi rakip olarak algılananlar ve hükümeti eleştirenleri susturmak için kötüye kullanıldığına ilişkin uygulamaları ve Türkiye hükümetinin yargıya sistematik olarak müdahale ettiğine dair delilleri incelemektedir.

Anayasa Mahkemesi'ne üçüncü taraf müdahalesini sunan STK'lar şunlardır: Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi (TLSP), ARTICLE 19, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), Dünyada Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupalı Hukukçular Birliği (ELDH), Avrupalı Demokrat Avukatlar (AED), İnsan Hakları Derneği (İHD), İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Uluslararası Hukukçular Komisyonu (ICJ), Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH) ve Hak İnisiyatifi Derneği. 

Turkey: Closure case against political party looms

Trial an assault on political opposition and democratic norms before elections

[London] Current efforts to dissolve the second-largest opposition party in Turkey’s parliament ahead of parliamentary and presidential elections are the latest in a deeply problematic practice in Turkey of forcing the closure of political parties, a group of 10 international and local non-governmental organizations, including Turkey Human Rights Litigation Support Project said today. Previous efforts have violated the rights to freedom of association, assembly, and expression, and to free and fair elections including the rights of voters to elect their chosen representatives.

The Constitutional Court is currently being asked to order the closure of the Peoples’ Democratic Party (HDP), a political party with 56 deputies in Turkey’s parliament. An indictment against the party seeks to ban 451 politicians and party members from organized political activity or membership of political parties for a period of five years and forfeiture of the party’s assets. On January 5, the Constitutional Court agreed to a request by the chief prosecutor of the Court of Cassation for the interim measure of freezing the party’s bank accounts containing treasury support which political party groups in parliament are entitled to receive. On 10 January, the chief prosecutor is due to give an oral presentation of the case against the party to the Constitutional Court, which the HDP will respond to at a later date before the court convenes to deliberate and then issue a final ruling.  

The 10 organizations on 11 October 2022 submitted a third-party intervention to the Constitutional Court arguing that arbitrary closure of political parties violates multiple rights.

“International law guarantees the rights of political parties within the frame of freedom of association, expression, peaceful assembly, and views the rights of every citizen to take part in the conduct of public affairs, to vote and to stand for election as core principles of democracy,” said Philip Leach of the Turkey Human Rights Litigation Support Project. “The case before Turkey’s Constitutional Court concerning the possible closure of the Peoples’ Democratic Party is a fundamental test of whether the court will abide by international law and respect democratic norms. Closing down a political party without compelling grounds violates multiple rights and is an attack on democracy.”

The case before the Constitutional Court is based on a 7 June 2021 834-page indictment that mainly asserts the HDP’s activities are carried out in line with the aims of the armed outlawed Kurdistan Workers’ Party/Kurdistan Communities Union (PKK/KCK). According to the indictment, there is an “organic” link between the PKK/KCK and the HDP’s activities which the prosecutor claims support separatism by being “in conflict with… the indivisible integrity of the State with its territory and nation,” a violation of article 68/4 of Turkey’s Constitution and provisions in the Law on Political Parties. The indictment accuses the party’s members and sub-bodies and organs of having taken part in the commission of crimes of this nature or encouraged them to be committed or praised these crimes and those who committed them.

The NGOs argued in their third-party intervention that the case against the HDP should be seen in the context of Turkey’s long history of party closures which contrasts starkly with the practice in other Council of Europe member states and has repeatedly been found to violate the European Convention on Human Rights.  

Since 1982, Turkey’s  Constitutional Court has ordered the dissolution of 19 political parties out of the 40 cases it has reviewed. The majority of these have been parties representing the interests of Kurds in Turkey or leftist parties. The vague and widely drawn prohibition of acting “in conflict with …  the indivisible integrity of the State with its territory and nation” has been the principal charge. Three parties have been closed down on the equally vague grounds of acting “in conflict with… the principles of the democratic and secular republic.” In 2008, President Erdogan’s Justice and Development Party itself narrowly escaped party closure on the latter grounds.

The European Court of Human Rights (ECtHR) has found that party closure decisions violated the European Convention on Human Rights in six out of seven of the cases from Turkey it has examined.

In its case law essentially developed out of its rulings on those cases, the ECtHR deems restrictions or closure of political parties to be exceptional and extreme measures. The court’s criteria for examining the compliance of a party closure decision with the European Convention on Human Rights is based on three tenets. The court assesses whether the closure is prescribed by law, whether it pursues a legitimate aim, and whether it is necessary in a democratic society and proportionate.

The NGOs emphasized in their submission that in all the cases of parties representing the interests of Kurds submitted to the ECtHR, the court found that peacefully advocating the right to self-determination and recognition of Kurdish language rights or Kurdish identity were not themselves contrary to the fundamental principles of democracy, and that party closure violated the right to association.  The ECtHR determined that in most cases the dissolution of those parties could not reasonably be said to have met “a pressing social need”.

“The Constitutional Court should view the present case against the HDP in light of the repeated rulings of the European Court of Human Rights finding that closure of political parties in Turkey – in particular those representing the interests of Kurdish voters – violates fundamental rights,” said Öztürk Türkdoğan of the Human Rights Association. “The extreme measure of closing down a political party serves to stifle pluralism and limit freedom of political debate, which is at the very core of the concept of a democratic society.”

The NGOs also examine the ECtHR’s recent findings in cases concerning HDP members, a pattern of abuse of criminal proceedings to silence perceived opponents and critics of the government and the evidence that the Turkish government systematically interferes with the judiciary.

The NGOs submitting the third-party intervention to the Constitutional Court are: the Turkey Human Rights Litigation Support Project (TLSP), ARTICLE 19, the Association of Lawyers for Liberty (ÖHD), the European Association of Lawyers for Democracy and Human Rights (ELDH), European Democratic Lawyers (AED), the Human Rights Association (İHD), Human Rights Watch (HRW), the International Commission of Jurists (ICJ), the International Federation for Human Rights (FIDH), and Rights Initiative Association.

New joint Rule 9.2 submission to the Committee of Ministers of the Council of Europe on the implementation of the European Court of Human Rights judgment in the case of Demirtaş v. Turkey (2)

Council of Europe Ministers should use all the legal, political and diplomatic tools designated in the Convention system to increase the pressure on Türkiye to secure the immediate release of Mr. Demirtaş.

Turkey Human Rights Litigation Support Project, ARTICLE 19, Human Rights Watch, the International Commission of Jurists, and the International Federation for Human Rights presented on 4 November 2022 a joint Rule 9.2 submission to the Council of Europe Committee of Ministers on the implementation of the European Court of Human Rights judgment in the case of Selahattin Demirtaş v. Turkey (No.2) (Application no. 14305/17).

On 22 December 2020, the Grand Chamber of the Strasbourg Court found in its landmark judgment that Türkiye violated Articles 5(1) and (3) (the right to liberty and security), Article 10 (freedom of expression), Article 3 of Protocol No. 1 (the right to free elections) and Article 18 (restrictions on rights for an unauthorised purpose) in conjunction with Article 5 of the European Convention on Human Rights. In its judgment, the Grand Chamber held that Türkiye must take all the necessary measures to secure Mr. Demirtaş’s immediate release, and that “the continuation of his pre-trial detention, on grounds pertaining to the same factual context, would entail a prolongation of the violation of his rights as well as a breach of the obligation on the respondent State to abide by the Court’s judgment in accordance with Article 46 § 1 of the Convention”. Despite the passage of more than two years since the judgment, Mr. Demirtaş remains in arbitrary detention.

In a series of previous Rule 9.2 submissions (dated 7 February 2021, 23 July 2021 and 24 May 2022), the NGOs set out that the ongoing pre-trial detention of Mr. Demirtaş, after the publication of the Grand Chamber judgment, is a consequence of criminal proceedings which have the same factual or legal basis as the earlier proceedings which led the European Court to find multiple violations of the Convention, and that this situation clearly constitutes a further prolongation of the violations of his rights. Thus, Mr. Demirtaş’s ongoing pre-trial detention is fully covered within the scope of the Grand Chamber judgment, in particular by its finding of a violation of Article 18 in conjunction with Article 5.

Following the Committee of Ministers’ interim resolution adopted in December 2021 agreeing with this conclusion and requesting Mr. Demirtaş immediate release, the Turkish authorities has been claiming that Mr. Demirtaş is currently detained on the basis of “new evidence and allegations” that are different in substance from those examined by the Court in its judgment.

In their November 2022 submission, the NGOs make a detailed analysis of the Government’s claims and roundly reject them. They reiterate that Mr. Demirtaş’s ongoing detention is fully within the scope of the Grand Chamber judgment and urge the Committee of Ministers to ensure that his detention is brought to an end. In this connection, the NGOs recommend the Committee to consider taking the following steps at its December 2022 meeting circle:

• The Committee of Ministers should disregard the false and misleading claims made by the Turkish government and firmly condemn Türkiye’s ongoing attempts to avoid executing the European Court’s judgment.

• The Committee should use all the legal, political and diplomatic tools designated in the Convention system to increase the pressure on Türkiye to secure the immediate release of Mr. Demirtaş, especially taking into account the deleterious impact his ongoing detention will have on the upcoming presidential and parliamentary elections in June 2023. This should include the triggering of infringement proceedings against Türkiye under Article 46(4) of the Convention in the event that Mr. Demirtaş remains in detention, as well as efforts to ensure the direct and continuing engagement, through all available channels, by member states, the Secretary General, the PACE, and all other Council of Europe institutions.

• This case should remain high on the agenda of the Council of Europe institutions and member states in any relations with Türkiye and its full resolution must be identified as one of the main conditions for maintaining constructive co-operation with the country.

The submission can be accessed here.

Joint Rule 9.2 communication to the Council of Europe Committee of Ministers on the implementation of the European Court of Human Rights’ judgment in the case of Pişkin v. Turkey

The Committee of Ministers must exercise robust oversight of this important case concerning incompatibility with the European Convention on Human Rights of the widespread dismissals of public sector workers under the state of emergency and adopt a holistic approach to implementation and reparation in the case.

On 1 September 2022, the Turkey Human Rights Litigation Support Project, Amnesty International and the International Commission of Jurists presented a Rule 9.2 communication to the Council of Europe Committee of Ministers regarding the execution of the European Court of Human Rights’ judgment in the case of Pişkin v. Turkey (Application no. 33399/18). The Pişkin v. Turkey judgment is the first in which the Court has ruled on the incompatibility with the European Convention on Human Rights of the widespread dismissals of public sector workers under the state of emergency. The findings of the Court are relevant to the tens of thousands who have been affected by this drastic practice, and whose right to an effective remedy continues to be violated.

The submission complements an earlier submission by the same NGOs dated 29 October 2021 (available here) on general measures Türkiye has an obligation to take to implement the Court’s judgment and responds to the Government’s Action Report submitted to the Committee of Ministers on 31 January 2022 requesting the closure of the case. The NGOs urge the Committee of Ministers to exercise robust oversight of this important case, and to adopt a holistic approach to implementation and reparation in the case. While this includes addressing the situation of the applicant, the Committee’s attention should not be limited to the narrow circumstances of this particular case, as it represents widespread and systematic violations of similar nature which have in no way been addressed or remedied.

The NGOs urge the Committee of Ministers to:

i. Request Türkiye to provide information on the detailed facts and figures about the summary dismissal of public sector workers under the state of emergency and its implications;

ii. Urge Türkiye to provide information on the consistent and interpretational practice of administrative courts and labour courts ensure that they comply with the concepts of legality, foreseeability and arbitrary interference in dismissal cases as required by the ECtHR’s judgment;

iii. Urge Türkiye to revise its Action Report and formulate clearly the necessary steps to ensure that the State of Emergency Measures Inquiry Commission, labour courts, administrative courts and other domestic administrative and judicial avenues in Türkiye are independent and impartial and they offer an effective review of the cases of dismissed public sector workers;

iv. Ensure that the domestic authorities, including the Constitutional Court, provide for effective remedies for the breaches of the rights that the ECtHR has identified, namely the right to a fair trial and respect for private and family life, of those dismissed under the state of emergency;

v. Invite Türkiye to take into account in its revised Action Report the issues raised by the Council of Europe Commissioner for Human Rights in her February 2020 report36 and by the NGOs in this submission and their previous submission of October 2021;37

vi. Urge Türkiye to adopt a definitive time-limit within which the domestic authorities should conclude a full, fair and effective determination of challenges to the dismissal decisions, taking into account the lapse of some five years since the first dismissals took place; and

vii. Ensure that Mr. Pişkin and other the dismissed public sector workers who obtained a decision of violation and/or reinstatement are provided with full reparation, including restitution and appropriate compensation and guarantees of non-repetition.

The submission can be accessed here.

New joint Rule 9.2 submission to the Committee of Ministers of the Council of Europe on the implementation of the European Court of Human Rights judgments in the case of Kavala v. Turkey

Council of Europe Ministers should take further steps at their 1443rd 20-22 September 2022 meeting to ensure that the serious threat to the Convention system by Türkiye is treated seriously and brought to an end.

Turkey Human Rights Litigation Support Project, Human Rights Watch and the International Commission of Jurists presented on 1 September 2022 a joint Rule 9.2 to the Council of Europe Committee of Ministers on the implementation of the European Court of Human Rights judgments in the case of Kavala v. Turkey (Application no. 28749/18) and the Proceedings under Article 46 (4) in the case of Kavala v. Türkiye [GC] (Application no. 28749/18).

On 11 July 2022, the Grand Chamber of the the European Court of Human Rights issued a historic judgment in the infringement proceedings against Türkiye under Article 46(4) of the European Convention on Human Rights for the state’s failure to implement the Court’s Kavala v. Turkey 2019 judgment. The Court condemned Türkiye’s failure to fulfil its obligation to abide by its ruling in the case, in particular by refusing to release Osman Kavala. Despite this significant finding, in its submission to the Committee of Ministers dated 19 July 2022, the Turkish government continues to defy the Court’s order to release Mr Kavala and purports to justify his continued detention, this time on the basis of his latest conviction by the Istanbul 13th Assize Court. In a widely criticised judgment delivered on 25 April 2022, the Turkish court sentenced Mr Kavala to aggravated life imprisonment on charges of attempting to overthrow the government (under Article 312 of the Criminal Code) for his alleged role in the 2013 Gezi Park protests.

In the submission presented to the Committee ahead of its 1443rd Human Rights meetings between 20 and 22 September 2022, the NGOs underscore the key role that the Committee’s supervision will play in ensuring Türkiye’s compliance with the judgment, and international oversight. The NGOs provide views on four central issues relevant to the current state of proceedings:

- The government’s claim that the ongoing detention of Mr Kavala does not fall within the scope of the 10 December 2019 and 11 July 2022 judgments of the ECtHR, which is profoundly misleading and in direct defiance of the Court’s rulings.

- The government’s false argument that the Grand Chamber did not address the April 2022 conviction of the applicant in its July 2022 judgment.

- The imperative that Mr. Kavala be released immediately as part of the appropriate and urgent response to the Grand Chamber judgment.

- The necessity of the Committee increasing its efforts to secure the release of Mr Kavala by effectively using all designated legal, political, diplomatic, and financial tools in hand while continuing to firmly condemn Türkiye’s refusal to implement the judgment.

The NGOs urge the Committee to:

  1. Continue disregarding the false and misleading arguments made by the Turkish government, including those addressed in the submission, and condemn firmly Türkiye’s ongoing attempts to avoid executing the judgments.

  2. Use all legal, political, diplomatic, and financial tools designated in the Convention system to increase the pressure on Türkiye to secure the immediate release of Mr Kavala. This includes efforts to ensure the direct and continuing engagement, through all available channels, by member states, the Secretary General, the PACE, and all other Council of Europe institutions.

  3. Keep this case high on the agenda of the Council of Europe institutions and member states in any relations and talks with Türkiye and identify it as one of the main conditions for maintaining constructive co-operation with the country.

The submission can be accessed here.

Avrupa İnsan Haklar Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesi’nden, cezaevindeki insan hakları savunucusu Osman Kavala ile ilgili AİHM kararının yerine getirilmemesi sebebiyle Türkiye’ye karşı tarihi bir karar

AİHM Büyük Daire, bugünkü Kavala/Türkiye kararında, Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 46(1) maddesi gereğince uygulamakla yükümlü olduğu 10 Aralık 2019 tarihli Kavala/Türkiye Daire kararından doğan yükümlülüklerini yerine getirmediği sonucuna vardı. Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye’nin Sözleşme sistemini sistematik bir biçimde yok sayması sorununa ve insan hakları savunucusu Osman Kavala’nın serbest bırakılmasına ilişkin Mahkeme kararının uygulanmasının aciliyetine yönelik önemli bir adım olarak gördükleri bu kararı memnuniyetle karşıladı. Bugün Türkiye’de insan haklarını hiçe sayan uygulamaların bir sembolü haline gelen Kavala davasına ilişkin olarak, STK’lar Türkiye’nin Mahkeme kararına uymaması sebebiyle Türkiye’ye karşı ihlal prosedürünün başlatılması gerektiğini birden çok kez belirtmişti. STK’ların bu konuda Bakanlar Komitesi’ne sunduğu bildirimleri burada ve burada görebilirsiniz.

AİHM, bugün açıklanan kararında, “Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 46(1) maddesinden doğan 10 Aralık 2019 tarihli Kavala/Türkiye kararını uygulama yükümlülüğünü yerine getirmediği” sonucuna varırken şunu vurguladı: “Mahkeme’nin Kavala kararında 5. Madde ile bağlantılı olarak 18. Madde altında bulduğu ihlal, (başvurucuyan karşı yöneltilen) Gezi Parkı olayları ve darbe girişimine ilişkin suçlamalardan kaynaklanan her türlü tedbiri anlamsız kılmıştır. Bununla beraber, Mahkeme’nin Kavala kararı sonrasında yerel mahkemeler önünde Kavala hakkında önce beraatle daha sonra da mahkumiyetle sonuçlanan kovuşturmanın Mahkeme’nin Kavala kararında tespit edilen problemleri düzeltmeye imkan vermediği açıktır” (para. 172).

Türkiye İnsan Hakları Davaları Projesi’nden Helen Duffy kararla ilgili olarak şunları söyledi: “AİHM tarihinde ikinci kez (ilki Mammadov/Azerbaycan kararı ) ihlal prosedürü yürütüp bir üye ülkenin AİHM kararının gereklerini yerine getirmediğine karar verdi. Bu, Türkiye’deki, Sözleşme sisteminin hiçe sayılması ve ceza hukukunun politik amaçlar için bir araç olarak kullanılmasıyla gittikçe derinleşen hukuk devleti krizinin [Mahkemece] kabulü anlamına gelmektedir.”

10 Aralık 2019 tarihli kararında, AİHM, Kavala’nın Kasım 2017’den itibaren insan hakları faaliyetleri sebebiyle tutuklu yargılandığı tespitinde bulunmuş; aynı zamanda, Türk yetkililerin bir insan hakları savunucusu olan Kavala’yı susturmak amacını güttüğü sonucuna varmıştı. Sonuç olarak, Mahkeme, tutukluluğun politik amaçlarla kullanımı sebebiyle Türkiye’nin Kavala’nın özgürlük ve güvenlik hakkını (5. Madde) ve Sözleşme hükümleri ile hak ve özgürlüklere getirilmesine izin verilen kısıtlamaların öngörüldükleri amaç dışında uygulanmaması yasağını (18. Madde) ihlal ettiğine karar vermişti.

Mahkeme Aralık 2019 tarihli kararında kararın uygulanması için ilk adım olarak Kavala’nın en kısa sürede serbest bırakılmasını talep ettiyse de, yetkili Türk makamları Mahkeme’nin bu bağlayıcı kararını yok saydı. Buna karşılık Bakanlar Komitesi kararın uygulanmasını sağlamak için birçok kez Kavala’nın salıverilmesi ve haklarının tamamının iadesi çağrısında bulundu (bkz. burada, burada ve burada).

STK’ların Bakanlar Komitesi önündeki ihlal prosedürünün başlatılması talepli sunumlarında açıkça vurguladığı ve Kavala’nın avukatlarının Mahkeme’ye sundukları görüşlerde (paras. 118-124) belirttiği üzere, Türk mahkemeleri ve savcıları, AİHM ve Avrupa Konseyi’nin yetkisini dolanmak amacıyla birtakım taktikler uygulamaya giriştiler. Bu taktikler, göstermelik serbest bırakma kararları, aynı olaylara ilişkin farklı cezai kovuşturmalar açılması, Kavala hakkında düzmece suçlamalar içeren ceza dosyalarının ayrılıp bileştirilmesi gibi uygulamaları kapsamaktaydı. Büyük Daire de bugünkü kararında bu uygulamaları işaret etmiş ve “Türkiye’nin aldığı tedbirlerin, taraf devletin ‘iyi niyet’ ile hareket ettiği sonucuna ulaşılmasını olanaklı kılmadığı, Kavala kararının ruhu ve bulguları ile uyumlu olmadığı ya da Mahkeme’nin ihlal edildiğine karar verdiği Sözleşme tarafından garanti altına alınan hakların pratik ve etkili bir şekilde korunmasını mümkün kılmadığı”nı belirtmiştir (para. 173).

Temelsiz suçlamalara dayalı olarak dört buçuk yıl tutuklu yargılanan Osman Kavala, en son olarak 25 Nisan 2022 tarihinde, hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilmiştir. Kavala hakkındaki suçlamalar kendisinin 2013’te İstanbul Gezi Parkı’nda başlayan toplu protestolara liderlik ettiği iddiasına dayanmaktadır.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün kıdemli hukukçusu Aisling Reidy kararla ilgili olarak şunları söyledi: “Büyük Daire’nin Kavala kararı, Türkiye’nin, uluslararası insan haklarına ilişkin yükümlülüklerini sistematik bir şekilde yerine getirmediğinin bir başka göstergesi niteliğindedir. Ayrıca AİHM kararlarının yerine getirilmesi Avrupa insan hakları sisteminin etkinliği için kritik önemdedir.” Reidy ayrıca, AİHM’in Türkiye’nin 10 Aralık 2019 tarihli Kavala kararını yerine getirmediğinin tespiti ile birlikte Bakanlar Komitesi’nin, kararın uygulanması ve Kavala’nın serbest bırakılması için başvurulabilecek tüm tedbirleri en kısa sürede alması gerektiğini belirtti.

Bakanlar Komitesi bu doğrultuda, kararların icrasının denetimi sürecinde, Türkiye’nin Mahkeme kararını uygulaması için gerekli tüm bireysel ve genel tedbirleri almasını sağlamak adına somut tedbirler alarak yetkisini kullanmalıdır.

Büyük Daire’nin ihlal kararı Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerinden, aynı olaylara ilişkin çok sayıda kovuşturma açmak, Sözleşme’yi ihlal eden suçlamalarla hapis cezaları vermek gibi hukuki taktiklerle kaçamayacağını göstermiştir. STK’lar, AİHM kararlarını yok saymak yerine onlara uyulması, Osman Kavala’nın hemen serbest bırakılması ve hakkındaki suçlamaların düşürülmesi çağrısını bir kez daha yinelemektedir.

Açıklamaya ve sürece dair daha fazla bilgi için (Türkçe veya İngilizce): info@turkeylitigationsupport.com

Historic judgment against Türkiye for failing to implement judgment of the European Court (Kavala v Türkiye)

The Grand Chamber of the European Court of Human Rights has handed down a historic judgment in proceedings initiated by the Council of Europe’s Committee of Ministers against Türkiye for its failure to implement judgement from the Court in relation to imprisoned human rights defender, Osman Kavala.

Today, in Kavala v. Türkiye the Court found that Türkiye failed to fulfil its obligation under Article 46(1) of the European Convention on Human Rights to comply with its judgment issued on 10 December 2019. The Turkey Human Rights Litigation Support Project, and Human Rights Watch today welcomed the judgment, as an important step towards accountability for Türkiye’s systemic disregard for the Convention system and as recognition of the urgency of implementing the Court’s order to release human rights defender Osman Kavala. The two organizations -joined by the International Commission of Jurists- had repeatedly recommended infringement proceedings be brought against Türkiye for its failure to comply with the judgment in Kavala’s case, which epitomises the evisceration of respect for human rights in Turkey today. Their submissions to the Committee of Ministers are available  here and here.

In its judgment announced today, the Court held that “Türkiye has failed to fulfil its obligation under Article 46§1 to abide by the Kavala v. Türkiye judgment of 10 December 2019”. The European Court underlined that “it’s finding of a violation of Article 18 taken together with Article 5 in the Kavala judgment had vitiated any action resulting from the charges related to the Gezi Park events and the attempted coup. It is nonetheless clear that the domestic proceedings subsequent to the above judgment, which resulted first in an acquittal and then a conviction, have not made it possible to remedy the problems identified in the Kavala judgment” (para. 172).

“This is the only second time -after Mammadov v. Azerbaijan- the ECtHR has ever conducted infringement proceedings and determined that a member state has not complied with a European Court judgment. It is an acknowledgement of Türkiye’s ever-deepening rule of law crisis which has involved seriously undermining the Convention system and the escalating use of criminal law for political purposes ” said Helen Duffy of the Turkey Litigation Support Project.

In the judgment of 10 December 2019, the Court held that Kavala was prosecuted and held in pretrial detention since November 2017 on the basis of his human rights activities. The court found that the Turkish authorities had pursued an ulterior purpose of silencing Kavala as a human rights defender and that by using detention for political ends Türkiye had violated Kavala’s right to liberty and security (article 5), and prohibition from restricting the Convention rights for the purposes other than those allowed under the Convention (article 18).

Although in the December 2019 judgment the Court ordered Kavala’s immediate release as a first step to implement the judgment, the Turkish authorities have ignored the court’s legally binding ruling. In its supervision of the judgment implementation process, the Committee of Ministers took numerous steps calling for Kavala’s release and the full restoration of his rights to ensure implementation (see, among others, here, here and here).

As the three NGOs made clear to the Committee of Ministers in pressing for infringement proceedings, and Mr Kavala’s counsel pleaded before the Court (paras. 118-124), the Turkish courts and prosecutors, on the other hand, have engaged in a series of tactics to circumvent the authority of the European Court and the Council of Europe. They have issued sham release orders, initiated multiple criminal proceedings against Kavala on the same facts, disjoined and re-joined case files accusing him of bogus offenses. The Grand Chamber judgment addresses these practices of the Turkish authorities by stating that “the measures indicated by Türkiye do not permit it to conclude that the State Party acted in ‘good faith’, in a manner compatible with the ‘conclusions and spirit’ of the Kavala judgment, or in a way that would make practical and effective the protection of the Convention rights which the Court found to have been violated in that judgment ” (para. 173).

Most recently, after having spent four-and-a-half years in detention on baseless charges, Kavala was sentenced to life in prison without parole on charges of attempting to overthrow the government on 25 April 2022 by an Istanbul assize court. The charges refer to his alleged leading role in mass protests in 2013 that began in Istanbul’s Gezi Park (for a detailed explanatory note on Kavala case see here).

“The Grand Chamber judgment in the case of Kavala v. Türkiye is a further demonstration of Türkiye’s persistent failure to respect its international human rights obligations, and that implementation of the court’s judgments is key to the effectiveness of the European human rights system” said Aisling Reidy, Senior Legal Adviser at Human Rights Watch. “As the European Court has now confirmed Türkiye’s failure to execute the Kavala judgment of 10 December 2019, the Committee of Ministers needs urgently to take all feasible measures to ensure the judgement is respected and Kavala released” she continued.

The Committee of Ministers is expected to resume its supervision process and take more robust steps to discharge its mandate of ensuring the necessary individual and general measures are taken by Türkiye to implement the court’s ruling. “Once again, we call for the immediate release of Osman Kavala, cleared of all charges.” said Helen Duffy, “the Grand Chamber’s judgment finding violation sends an important signal to Türkiye that it cannot use judicial tactics to evade its international obligations, including bringing forward multiple criminal proceedings on the same facts or handing down prison sentences based on non-Convention compliant charges.”

For more information, please contact (English, Turkish): info@turkeylitigationsupport.com

 

Turkey: End abuse of criminal proceedings against Selahattin Demirtaş

The prolonged and unlawful detention of Selahattin Demirtaş constitutes a serious breach of his human rights and represents a deepening of the rule of law crisis in Turkey. The Turkish authorities should release him from detention, drop the abusive criminal proceedings against him and refrain from weaponising the law to stifle the exercise of free expression in public debate.

In a joint submission to the Committee of Ministers of the Council of Europe (CM), the Turkey Human Rights Litigation Support Project (TLSP), ARTICLE 19, Human Rights Watch (HRW), the International Commission of Jurists (ICJ) and the International Federation for Human Rights (FIDH) urge the CM to renew its earlier call for the immediate release of Demirtaş and take the necessary steps to launch infringement proceedings against Turkey if it fails to release him before the next CM Human Rights meeting on 8-10 June 2022.

The submission focuses on the stark failure of Turkey to implement Selahattin Demirtaş v. Turkey (No.2) (Application no. 14305/17) European Court of Human Rights (ECtHR) Grand Chamber judgment of 22 December 2020, in which the Court ordered the politician’s immediate release. The submission refutes the recent claims by the Turkish Government that Demirtaş's ongoing detention is related to “new evidence” that is substantially different from that examined by the ECtHR.  It argues that Demirtaş’s prolonged pre-trial detention clearly falls within the scope of the Grand Chamber’s judgment and continues to be in clear violation of his human rights.

“The Demirtaş case is one of many in which the Turkish state is abusing the criminal law to silence political opponents and gradually dismantle democracy. By refusing to follow an explicit release order by the ECtHR, it is plainly seeking to circumvent the Convention system. The stakes could therefore hardly be higher. It is imperative that the CM takes all measures to ensure the Court’s judgment is given immediate effect.” said Helen Duffy of the Turkey Human Rights Litigation Support Project.

Selahattin Demirtaş is the former co-chair of the People’s Democratic Party (HDP), a pro-Kurdish rights political party and the second opposition party in Turkey’s parliament. Demirtaş has been imprisoned since 2016 and is held in Edirne F-Type Prison in western Turkey. In 2020, the Grand Chamber of the ECtHR ruled that Turkey’s detention of Demirtaş was politically motivated and aimed to prevent him from carrying out his political activities and found a rare violation of Article 18 of the European Convention on Human Rights, which prohibits rights restrictions for abusive purposes. The Turkish authorities have continuously failed to comply with the Grand Chamber’s order to immediately release Demirtaş and engaged in series of tactics to circumvent the binding ECtHR judgment.

In previous submissions in February 2021 and July 2021 the NGOs argued that Demirtaş’s ongoing detention was based on the same set of facts and incidents that were already found insufficient by the ECtHR. In September 2021, the CM explicitly confirmed that the ECtHR judgment applied to Demirtaş’s ongoing detention and conviction.

Despite this, in 2022, the Turkish Government has again attempted to justify his ongoing detention by reference to purportedly new evidence which had emerged after the ECtHR’s judgment and had thus not been examined by the ECtHR within the scope of the present case.

“The Turkish Government is openly defying its obligation to implement the Grand Chamber judgment,” said Sarah Clarke, Head of Europe and Central Asia team at ARTICLE 19. “The new alleged piece of evidence is claimed to stem from events that took place over seven years ago. Yet, the authorities fail to provide clear and reliable information on how this ‘new evidence’ was obtained. It also conveniently came to light just in time when Turkey is facing stronger pressures from the international community,” she added.

The “new evidence” is substantially based on anonymous witnesses, but there is an extremely worrying practice in the country of the abuse of such witnesses, as Human Rights Watch analysed.

“Human Rights Watch’s own research shows that prosecutors bringing terrorism cases increasingly seek to rely on vague and generalized testimonies of anonymous witnesses who make untestable assertions about suspects. This is compounded by domestic courts failing to probe this kind of alleged evidence, or to question witnesses’ motivation or why their identity has to be protected,” said Aisling Reidy, senior legal advisor at Human Rights Watch.  “In this respect, we have concerns that the so-called new evidence produced against Mr Demirtas fits with this worrying pattern.”

These abusive judicial tactics are part of a strategy of persecution designed to silence Demirtaş and all independent voices who dare to oppose the Government. The continued criminal proceedings against Demirtaş are politically motivated and massively curtail freedom of expression and as such they have no place in any democratic society.

“Mr. Demirtaş’s ongoing pre-trial detention is based on the same factual context pertaining to events that took place 7 years ago, which the Grand Chamber judgment ordering his release already covers. The Turkish Government must demonstrate that the alleged “new evidence” against Mr. Demirtaş is not simply a means to circumvent the judgment, which it fails to do. The Government’s refusal to comply with the judgment and release him is a prolongation of the violation of his rights, and also damages pluralism and freedom of political debate in Turkey." Elena Crespi, Western Europe Programme Director of the International Federation for Human Rights said.

In the submission, the NGOs urge the CM to consider the following recommendations to secure compliance with the ECtHR judgment:

· Insist on the immediate release of Selahattin Demirtaş as required by the ECtHR judgment;

· Confirm that the Grand Chamber judgment clearly applies to Demirtaş’s ongoing pre-trial detention, the criminal proceedings under which he was convicted, and to any other ongoing or future proceedings remaining within the scope of the Grand Chamber judgment;

· Instruct Turkey to end the persecution through abusive criminal proceedings of Demirtaş, in particular by dropping all charges under which he has been investigated, prosecuted or detained which have pursued an ulterior purpose of stifling pluralism and limiting freedom of public debate;

· Emphasise the continuing nature of the breach and that full restitution (restitutio in integrum) in this case, includes the cessation of the persecution of Demirtaş through criminal proceedings solely based on his political activities and his political speech;

· In the event that he remains in detention at the time of the 1436DH 8-10 June 2022 meeting, to take necessary steps to trigger infringement proceedings against Turkey under Article 46(4) of the Convention on the ground of its continued failure to comply with the ECtHR Grand Chamber’s judgment.

Read full submission here.