Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Hukukçular Komisyonu'ndan ortak açıklama: Osman Kavala'nın haklarının ihlali ağırlaşıyor

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye'ye Yönelik İhlal Prosedürünü Başlatmalıdır

(İstanbul: 1 Mart 2021) -- İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Hukukçular Komisyonu ve Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi, Türkiye hükümeti tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin insan hakları savunucusu Osman Kavala'nın serbest bırakılması kararına uyulmamasının, Avrupa Konseyi tarafından Türkiye'ye yönelik işlem yapılmasını gerektirdiğini belirtti.

Üç sivil toplum kuruluşu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmasını denetlemekten sorumlu Avrupa Konseyi hükümetler arası organı olan Bakanlar Komitesi'ne tavsiyeler içeren bir bildirimde bulundu. Bakanlar Komitesi, 9-11 Mart 2021 tarihli oturumunda Türkiye'nin AİHM'in Kavala başvurusuna ilişkin kararını uygulamamasını dördüncü kez gözden geçirecek. Kavala, Kasım 2017'den bu yana tutuklu.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Kıdemli Hukuk Danışmanı Aisling Reidy, “Türkiye'nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Osman Kavala'nın serbest bırakılması kararını açıkça göz ardı etmesi, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ni Türkiye'ye karşı ihlal prosedürünü başlatmaya yöneltmelidir" dedi. Reidy, "Bakanlar Komitesi’nin Mart ayında yapacağı oturumda, Türkiye hükümetinde şüpheye yer bırakmayacak şekilde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının Türkiye için bağlayıcı olduğunu ve Osman Kavala başvurusunda kararın yerine getirilmemesinin istisnai önlemler gerektiren ciddi bir ihlal teşkil ettiğini ortaya koyması  çok önemlidir.” dedi.

Bakanlar Komitesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını yerine getirmeyi reddeden bir Avrupa Konseyi üyesi devlete karşı ihlal prosedürünü başlatmayı tercih edebilir. İhlal prosedürü ilk olarak 2017'de, haksız yere hapsedilen muhalif politikacı Ilgar Mammadov'un koşulsuz olarak serbest bırakılmasının Azerbaycan hükümeti tarafından sürekli olarak reddedilmesi üzerine uygulanmıştı.  

Bu prosedür, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 46/4. maddesinde düzenlenmekte olup,başlatılması Bakanlar Komitesi’nin üçte ikisinin oyunu gerektirmekte. Prosedür başlatıldıktan sonra, dava hukuken bağlayıcı olan karara uyma yükümlülüğü hakkında görüş sunması için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne geri gönderilir. Mahkeme, Türkiye'nin kararı yerine getirilmediğini doğrularsa, Bakanlar Komitesi Türkiye'nin nihayetinde oy haklarını veya Avrupa Konseyi üyeliğini askıya almaya varan ek önlemler alabilir.

Bakanlar Komitesi, halihazırda Türkiye'nin kararı uygulayıp uygulamadığını birden fazla kez değerlendirerek bu konuda iki karar verdi. Komite bu kararlarında ve Aralık 2020'de verdiği ara kararda Türkiye'yi AİHM'nin Kavala'nın koşulsuz olarak serbest bırakılması kararına uymaya çağırdı.

Ancak Aralık'ta verilen ara karardan bu yana Türkiye'deki yerel mahkemeler Kavala'nın tutukluluğunu dört kez daha uzattı. İstinaf mahkemesi, Gezi Parkı protestoları davasında Kavala hakkında verilen beraat kararını bozdu. Türkiye'nin Anayasa Mahkemesi de Kavala'nın özgürlük hakkının ihlal edilmediğine karar vererek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararını dikkate almamış oldu.

Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi'nden Helen Duffy, "Kavala davası, Türkiye'de sivil topluma ve hukukun üstünlüğüne yönelik krizin bir simgesidir" dedi. Duffy, “İhlal prosedürünün istisnai olduğunu kabul ediyoruz, ancak bu prosedürün işletilmesini haklı kılacak bir dava varsa, Kavala davası  odur. Türkiye hükümeti ve mahkemeleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Kavala'nın serbest bırakılması kararını ve kararın yerine getirilmesi konusunda Bakanlar Komitesi’nin tekrar eden çağrılarını görmezden gelerek bu krizi ve Osman Kavala'nın haklarının ihlalini sürdürmek ve derinleştirmek için birlikte hareket etmiştir. Türkiye aleyhine işetilecek bir ihlal prosedürü, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bağlayıcı kararlarına uymama utancına işaret eden en güçlü yasal mekanizmayı sunmaktadır.” dedi.

Sivil toplum kuruluşları bildirimlerinde, Osman Kavala'ya karşı açılan ceza davaları süresince ilgili hâkim ve savcıların, 2013 İstanbul Gezi Parkı protestolarını düzenlediği ve finanse ettiği, 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimine müdahil olduğu iddialarına dayanarak Kavala'nın tutukluluğunu hukuka aykırı bir şekilde uzatmak için ceza muhakemesi kurallarını kötüye kullandıklarını ifade etti.

Bu çabanın önemli bir yönü, farklı mahkemelerin Kavala'nın üç yıl dört ay boyunca tutukluluğunun sürdürülmesini meşrulaştırmak için ona karşı açılan dava dosyalarını birleştirmesi, ayırması ve tekrar birleştirmesi uygulaması oldu.

Osman Kavala'nın en yakın tarihli yerel mahkeme duruşması olan 5 Şubat 2021'de, İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi, Kavala'ya açılan darbe girişimine ilişkin davanın, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Gezi Parkı protestoları davasıyla birleştirilmesi gerektiğine karar verdi.  Birleşen davaların duruşması 21 Mayıs'ta yapılacak.

Sivil toplum kuruluşları, bildirimlerinde Osman Kavala aleyhindeki davaların birleştirilmesi kararının, Türkiye'nin Bakanlar Komitesi önünde Kavala'nın mevcut tutukluluğunun AİHM kararı kapsamında olmayan ayrı bir dava dolayısıyla olduğu argümanını geçersiz kıldığını belirtti. Kuruluşlar ayrıca, Türkiye hükümetinin, Kavala kararını uygulamak için hazırladığı eylem planını gözden geçirerek kararda değerlendirilen yapısal sorunları ele alması gerektiğini ifade etti.

Uluslararası Hukukçular Komisyonu Avrupa ve Orta Asya Direktörü Róisín Pillay, “Davaları ayırmak veya yeniden birleştirmek, Türkiye mahkemelerinin ve hükümetinin üç yıldan fazla süredir Osman Kavala'yı maruz bıraktıkları adaletsizliği düzeltmeyecektir” dedi. Pillay, "Bu dava, bağımsız olmayan Türkiye mahkemelerinin, hükümeti eleştirenlere karşı ceza yasalarını ve ceza muhakemesi usulünü keyfi olarak kullandığı sistematik uygulamanın bir parçasıdır. Eylem planının yargı sistemindeki bu yapısal bozuklukları ele alması gerekiyor.” dedi.

Kavala/Türkiye kararı, AİHM'in Türkiye yargı makamlarının, bir bireyin haklarına müdahale ederken AİHS'in 18. maddesine aykırı olarak, örtülü siyasi amaçlara hizmet ettikleri tespitinde bulunduğu kesinleşme tarihi bakımından ilk karar olması dolayısıyla özel bir önem taşımaktadır.

Mahkeme kararında, Osman Kavala'yı Kasım 2017'den bu yana özgürlüğünden mahrum bırakıp kovuşturmakla, Türk makamlarının “insan hakları savunucusu olan Kavala'yı susturmak yönünde bir örtülü amaç taşıdıklarını" ifade ederekAİHS'in 18. ve 5. maddelerinin ihlal edildiğini tespit etmişti.

Joint statement from the Turkey Human Rights Litigation Support Project, Human Rights Watch, and the International Commission of Jurists: Violation of Osman Kavala’s Rights Intensifies

Council of Europe Body Should Trigger Infringement Proceedings Against Turkey

(Istanbul, March 1, 2021) – The Turkish government’s failure to comply with a binding European Court of Human Rights order to release the human rights defender Osman Kavala should prompt Council of Europe action against Turkey, Human Rights Watch, the International Commission of Jurists, and the Turkey Human Rights Litigation Support Project said today.

The three nongovernmental organizations presented the recommendation in a submission to the Committee of Ministers, the Council of Europe’s intergovernmental body responsible for overseeing the implementation of European Court of Human Rights judgments. The committee is to review Turkey’s noncompliance with the Strasbourg court’s judgment on Kavala’s case for the fourth time at its March 9-11, 2021 session. Kavala has been held in pretrial detention since November 2017.

“Turkey’s flagrant disregard for the European Court of Human Rights order to release Osman Kavala should trigger the Council of Europe Committee of Ministers to start infringement proceedings against Turkey,” said Aisling Reidy, senior legal adviser at Human Rights Watch. “It is crucial for the Committee of Ministers, at its March session, to leave the Turkish government in no doubt that European Court of Human Rights judgments are binding on Turkey and that persistent failure to implement the ruling in Osman Kavala’s case constitutes a serious breach requiring exceptional measures.”

The Committee of Ministers may opt to take infringement proceedings against a Council of Europe member state that refuses to implement European Court of Human Rights judgments. It was used for the first time in 2017 when the government of Azerbaijan continuously refused to secure the unconditional release of a wrongfully jailed opposition politician, Ilgar Mammadov.

Infringement proceedings are provided for under Article 46/4 of the European Convention on Human Rights (ECHR). Their commencement requires the vote of two-thirds of the Committee of Ministers. Once the process is triggered, the case is referred back to the European Court of Human Rights for a further opinion on the legally binding obligation to comply. If the Court confirms that Turkey has failed to implement the ruling, the Committee of Ministers may then take additional measures, including ultimately suspending Turkey’s voting rights or membership of the Council of Europe.

The Committee of Ministers has already considered the status of Turkey’s compliance with the judgment on multiple occasions, issuing two decisions and, in December 2020, an interim resolution that each strongly urged Turkey to comply with the court’s judgment by unconditionally releasing Kavala.

However, since the December resolution, local courts in Turkey have prolonged Kavala’s detention four more times. A court of appeal has overturned his acquittal in the Gezi Park protests trial, and Turkey’s Constitutional Court has also flouted the European Court of Human Rights judgment by finding no violation of Kavala’s right to liberty.

“The Kavala case is emblematic of the crisis facing civil society and the rule of law in Turkey,”. said Helen Duffy of the Turkey Human Rights Litigation Support Project. “We recognize that infringement proceedings are exceptional, but if there is a case where they are justified, it is this one.

“Turning a deaf ear to the Strasbourg court’s clear order to release and the Committee of Minister’s repeated calls for compliance, Turkey’s government and courts have worked hand in glove to prolong and deepen the crisis and the violation of Mr. Kavala’s rights. Infringement proceedings against Turkey provide the strongest legal mechanism to signal the shame of not complying with European Court of Human Rights’ binding judgments.”

The organizations said in their submission that, throughout the criminal proceedings against him, judges and prosecutors involved have abused criminal procedural rules to unlawfully extend Kavala’s detention based on allegations that he organized and financed the 2013 Istanbul Gezi Park protests and that he was involved in the July 15, 2016 attempted military coup.

A key aspect of this effort has been the practice of different courts over the three years and four months of Kavala’setention successively joining, separating, and rejoining case files against Kavala to justify prolonging his incarceration.

At the most recent local court hearing against Kavala, on February 5, 2021, the Istanbul 36th Assize Court ruled that the case against him concerning the coup attempt should be joined with the Gezi Park protests case, which is before the Istanbul 30th Assize Court. A hearing of the newly joined cases will take place on May 21.

The organizations said in their submission that the decision to merge the proceedings against Kavala voids Turkey’s repeated argument before the Committee of Ministers that Kavala’s current detention is connected to a separate prosecution not covered by the Strasbourg court judgment. The groups also said that the Turkish government needs to address the structural problems raised in the Kavala judgment by revising its action plan to implement the ruling.

“Separating cases or merging them again will not correct the injustice to which Turkey’s courts and government have subjected Osman Kavala for over three years,” said Róisín Pillay, Europe and Central Asia director of the International Commission of Jurists. “This case is part of a systemic practice in which the Turkish courts, which are not independent, apply criminal law and procedures arbitrarily against critics of the government. The action plan needs to address these structural failings in the judicial system.”

The European Court of Human Rights judgment in Kavala v. Turkey is particularly significant because it is the first final ruling of the European Court of Human Rights against Turkey in which the court determined that, in interfering with an individual’s rights, the Turkish judicial authorities served ulterior political motivations, contrary to Article 18 of the ECHR.

The court said that by holding Kavala in pretrial detention since November 2017 and prosecuting him, the Turkish authorities had “pursued an ulterior purpose, namely to silence him as human rights defender.” The court found violations of articles 18 and 5 of the ECHR.

43 uluslararası hak örgütünden Tahir Elçi'nin öldürülmesi ve ölümüne ilişkin etkin soruşturma yürütülmemesi hakkında ortak açıklama

TLSP, 42 diğer avukat ve insan hakları örgütü ile birlikte 28 Kasım 2015’te öldürülen insan hakları avukatı Tahir Elçi'nin öldürülmesi ve ölümüne ilişkin etkili soruşturma yürütülmemesi konusunda ortak bir açıklamaya imza attı. Tahir Elçi'nin öldürülmesi olayına ilişkin soruşturma ve yakın tarihte görülmeye başlayan dava sürecindeki eksikliklerin ve kusurların detaylı bir değerlendirmesini içeren ve Türkiye’nin bu soruşturma ve dava sürecinde uyması gereken uluslararası insan hakları hukuku yükümlülüklerinin altını çizen açıklama ile imzacı uluslararası örgütler Türkiye makamlarını aşağıdaki adımları atmaya çağırdı:

  1. Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi önündeki dava, Tahir Elçi'nin öldürülmesine ilişkin gerçekleri ve doğruları tespit etme yeteneğine sahip bağımsız, tarafsız ve yetkili bir mahkeme tarafından görülmelidir;

  2. Gelecekteki tüm duruşmalar, mağdurların haklarının güvence altına alındığı adil yargılanma hakkına ilişkin uluslararası standartlara uygun olmalıdır;

  3. Mahkemenin Elçi ailesine ve avukatlarına yönelik hasmane tavrı ve mahkemenin hem iç hem de uluslararası hukukun usul ve ilkelerine uymayı ısrarla reddetmesi, gelecekteki duruşmalarda tekrarlanmamalıdır;

  4. Elçi ailesinin avukatlarına, usule ve delillere ilişkin olarak dinlenmeleri ve başvurularını yapmaları için gerekli fırsatlar tanınmalıdır;

  5. Taleplerin reddedildiği durumlarda, reddedilme nedenleri AİHM içtihadına uygun olarak gerekçelendirilmelidir;

  6. Adil bir adli prosedürü takiben, Sayın Elçi’nin öldürülmesinden sorumlu olan failler hesap vermeli ve sorumlular işlenen suçun ağırlığına uygun cezalara çarptırılmalıdır; ve

  7. Sayın Elçi’nin ailesine, Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleri ve Minnesota Protokolü uyarınca, kendilerinin ve kaybettikleri yakınlarının maruz kaldığı ihlaller için uygun giderim yolları sağlanmalıdır.

Açıklamanın Türkçe tam metnine buradan, İngilizce metnine buradan ulaşabilirsiniz.

Açıklama şu uluslararası kurumlar tarafından yapılmıştır: Amsterdam Bar Association (Hollanda), Article 19, Article 21 (İtalya), Bar Human Rights Committee of England and Wales (Birleşik Krallık), Cartoonists Rights Network International, Council of Bars and Law Societies in Europe (CCBE), Danish PEN (Danimarka), the European Association of Lawyers (AEA-EAL), European Association of Lawyers for Democracy and World Human Rights (ELDH), the European Bars Federation (FBE) ve FBE Human Rights Commission, European Criminal Bar Association (ECBA), Fair Trial Watch (Hollanda), Gelderland Bar Association (Hollanda), Geneva Bar Association (İsviçre), German Bar Association (DAV) (Almanya), Giuristi Democratici (İtalya), the Group of International Legal Intervention (GIGI), the Hague Bar Association (Hollanda), Human Rights in Practice (Hollanda), the Institute for the Rule of Law of the International Association of Lawyers (UIA-IROL), the International Association of People's Lawyers (IAPL), the International Observatory of Human Rights (IOHR), Index on Censorship, International Association of Democratic Lawyers (IADL), the joint Presidents of the Local Bar Associations of the Netherlands (Hollanda), the Law Society of England and Wales (Birleşik Krallık), Lawyers for Lawyers (Hollanda), Lawyers’ Rights Watch Canada (Kanada), Limburg Bar Association (Hollanda), Midden-Nederland Bar Association (Hollanda), the National Association of Democratic Lawyers (Güney Afrika), National Forensic Union M. G. A. (İtalya), National Lawyers Guild International Committee (Amerika Birleşik Devletleri), Netherlands Helsinki Committee (Hollanda), Noord-Holland Bar Association (Hollanda), Noord-Nederland Bar Association (Hollanda), Oost-Brabant Bar Association (Hollanda), Overijssel Bar Association (Hollanda), Research Institute on Turkey (Amerika Birleşik Devletleri), Rotterdam Bar Association (Hollanda), Swiss Democratic Lawyers (İsviçre), Turkey Human Rights Litigation Support Project (Birleşik Krallık) ve Zeeland-West-Brabant Bar Association (Hollanda).

Joint statement from 43 international lawyers and human rights organisations concerning the killing of Tahir Elçi and lack of effective investigation into his death

TLSP joins 42 other organisations in a statement concerning the killing of human rights lawyer Tahir Elçi on 28 November 2015 and the lack of effective investigation into his death. Providing a detailed analysis of the shortcomings of the investigation and prosecution into the incident and underlining Turkey's international human rights obligations, the organisations call on the Turkish authorities to ensure that:

1. The case against 3 police officers is heard by an independent, impartial, and competent court that is capable of establishing the facts and truth around the killing of Tahir Elçi;

2. All future hearings comply with international standards regarding the right to a fair trial, in which the victims’ rights are also recognised;

3. The hostile attitude from the Diyarbakır 10th Heavy Penal Court towards the Elçi family and their lawyers and the court’s persistent refusal to follow the rules of procedure and principles of both domestic and international law are not repeated in future hearings;

4. The lawyers for the Elçi family are given reasonable opportunities to be heard and to make their applications in relation to the procedure and the evidence;

5. Where submissions are refused, reasons for refusal are given in accordance with the case law of the European Court of Human Rights;

6. Following a fair judicial procedure, those who are responsible for Mr. Elçi’s killing are held accountable and serve sentences appropriate to the gravity of the crime committed; and

7. Mr. Elçi’s family is provided with appropriate redress for the violations they and their loved one have suffered in accordance with the international obligations of Turkey and the Minnesota Protocol.

The full statement is available in English here, and Turkish here.

The statement has been signed by the following organisations: Amsterdam Bar Association (the Netherlands), Article 19, Article 21 (Italy), Bar Human Rights Committee of England and Wales (the United Kingdom), Cartoonists Rights Network International, Council of Bars and Law Societies in Europe (CCBE), Danish PEN, the European Association of Lawyers (AEA-EAL), European Association of Lawyers for Democracy and World Human Rights (ELDH), the European Bars Federation (FBE) and FBE Human Rights Commission, European Criminal Bar Association (ECBA), Fair Trial Watch (the Netherlands), Gelderland Bar Association (the Netherlands), Geneva Bar Association (Switzerland), German Bar Association (DAV) (Germany), Giuristi Democratici (Italy), the Group of International Legal Intervention (GIGI), the Hague Bar Association (the Netherlands), Human Rights in Practice (the Netherlands), the Institute for the Rule of Law of the International Association of Lawyers (UIA-IROL), the International Association of People's Lawyers (IAPL), the International Observatory of Human Rights (IOHR), Index on Censorship, International Association of Democratic Lawyers (IADL), the joint Presidents of the Local Bar Associations of the Netherlands, the Law Society of England and Wales (the United Kingdom), Lawyers for Lawyers (the Netherlands), Lawyers’ Rights Watch Canada (Canada), Limburg Bar Association (the Netherlands), Midden-Nederland Bar Association (the Netherlands), the National Association of Democratic Lawyers (South Africa), National Forensic Union M. G. A. (Italy), National Lawyers Guild International Committee (the United States of America), Netherlands Helsinki Committee (the Netherlands), Noord-Holland Bar Association (the Netherlands), Noord-Nederland Bar Association (the Netherlands), Oost-Brabant Bar Association (the Netherlands), Overijssel Bar Association (the Netherlands), Research Institute on Turkey (the United States of America), Rotterdam Bar Association (the Netherlands), Swiss Democratic Lawyers (Switzerland), Turkey Human Rights Litigation Support Project (the United Kingdom), and Zeeland-West-Brabant Bar Association (the Netherlands).

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Kavala/Türkiye kararının uygulanması konusunda yeni bir Kural 9.2 bildirimi

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 1-3 Aralık 2020, 1390. toplantısında Osman Kavala’nın devam eden tutukluluğuna derhal son verilmesi için gerekli adımları atmalıdır.

Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Hukukçular Komisyonu, Avrupa Komisyonu Bakanlar Komitesine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Kavala/Türkiye kararının yerine getirilmesi sürecine dair yeni bir kural 9.2 bildirimi sundu (bildirimin Türkçesine buradan, İngilizcesine buradan ulaşabilirsiniz).

Bilindiği üzere 10 Aralık 2020 tarihli Kavala/Türkiye kararında AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5(1). (özgürlük ve güvenlik hakkı), 5(4). (tutukluluğun hukuka uygunluğunun makul sürede değerlendirilmesi hakkı) ve 5(1) ile birlikte 18. (haklara müdahalenin sınırları) maddelerinin ihlal edildiğine karar vermişti. 11 Mayıs 2020’de kesinleşen kararında AİHM, Türkiye Hükümetinden başvurucu Osman Kavala’nın tutukluluğuna son verilmesini ve derhal serbest bırakılması için gerekli önlemlerin alınmasını talep etmişti.

AİHM kararlarının icrasını denetleyen mercii olan Bakanlar Komitesi, Türkiye’nin bu kararın gereklerine uygun adımları atıp atmadığına dair denetimini  1-3 Eylül 2020 tarihli 1377bis toplantısında ve 29 Eylül – 1 Ekim 2020 tarihli 1383. toplantısında yapmıştı. Komite, bu toplantılar sonrasında verdiği kararlarda incelemesine sunulan bilgilerin Osman Kavala’nın devam eden tutukluluğunun AİHM tarafından bulunan ihlallerin devamı niteliğinde olduğuna dair ciddi bir kanı oluşturduğu sonucuna varmıştı.  Komite bu bağlamda Türk yetkililere, Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasının sağlanması ve Osman Kavala hakkında incelemesi devam eden Anayasa Mahkemesi başvurusu ile birlikte Gezi Parkı eylemlerini ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimini  konu alan yargı süreçlerinin AİHM’in değerlendirmelerine uygun bir şekilde derhal sonuçlandırılması taleplerini iletmişti.  Ancak AİHM’in ve Bakanlar Komitesinin bu kararlarına rağmen Osman Kavala’nın tutukluluğu hala sürdürülmekte.

Komiteye yapılan bildirim, daha önce aynı STK’lar tarafından yapılan 29 Mayıs 2020 tarihli bildirimi esas alarak (bu ilk bildirimin Türkçesine buradan, İngilizcesine buradan ulaşabilirsiniz) Osman Kavala hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 28 Eylül 2020 tarihli yeni iddianamenin bir değerlendirmesine yer vermektedir. Bu iddianameyi hazırlayan savcının, Osman Kavala’yı doğrudan hedef alan Cumhurbaşkanı tarafından Adalet Bakanı Yardımcısı olarak atanması da dahil olmak üzere yargıya yürütmenin devam etmekte olan müdahalesini ortaya koyan gelişmelere dikkat çekmektedir. Bildirimi hazırlayan STK’lara göre, Osman Kavala’nın devam eden tutukluluğu ve aleyhine düzenlenen bu yeni iddianame, AİHM kararında da dile getirildiği gibi, onu hedef alan zulüm kampanyasının hala sürdüğünü ve bütün bu müdahalelerin onun hak savunucusu ve sivil toplum aktivisti olarak çalışmalarını engellemek ve başkalarını da bu çalışmaları yapmaktan caydırmak amacı taşıdığını ortaya koymaktadır. 

STK’lar bildirimin sonuç bölümünde, Bakanlar Komitesine bazı tavsiyelerde bulunmakta, diğer tavsiyelerin yanında özellikle, Komiteyi 1-3 Aralık 2020 tarihli 1390. toplantısında Osman Kavala’nın üç yılı aşkın süredir devam eden tutukluluğunun derhal sonlandırılması için gerekli adımları atmaya ve Osman Kavala’nın tutukluluğunun devamı halinde Sözleşme’nin 46. maddesinde yer alan AİHM kararlarının bağlayıcılığı hükmü bağlamında 46(4). maddede yer alan ihlal prosedürünün işletilebileceğini ifade etmeye çağırmaktadır.

New joint Rule 9.2 submission to the Committee of Ministers of the Council of Europe on the execution of the European Court of Human Rights judgment in the case of Kavala v. Turkey 

Council of Europe Ministers should take further steps at their 1390th 1-3 December 2020 meeting to end Mr. Kavala’s ongoing detention immediately.

The Turkey Human Rights Litigation Support Project, Human Rights Watch, and the International Commission of Jurists have made a new Rule 9.2 submission (available here) on the European Court of Human Rights (ECtHR) judgment in Kavala v. Turkey to the Committee of Ministers of the Council of Europe.

In Kavala v. Turkey, the ECtHR found, on 10 December 2019, violations of Article 5(1) (right to liberty and security), Article 5(4) (right to a speedy decision on the lawfulness of detention), and Article 18 (limitation on use of restrictions on rights) of the European Convention on Human Rights (the Convention) in conjunction with Article 5(1). In its judgment, which became final on 11 May 2020, the Court requested the Government of Turkey to take measures to end the detention of human rights defender Osman Kavala, the applicant, and to secure his immediate release.

The Committee of Ministers, which monitors implementation of judgments of the ECtHR, reviewed Turkey’s compliance with the Court’s ruling at its 1377bis meeting of 1-3 September 2020 and 1383rd meeting of 29 September – 1 October 2020. The Committee considered that, based on the information available before it, there was a strong presumption that Osman Kavala’s ongoing detention was a continuation of the violations found by the ECtHR. The Committee of Ministers went on to urge the Turkish authorities to ensure Osman Kavala’s immediate release and an urgent conclusion of Mr. Kavala’s application pending before the Constitutional Court in line with the ECtHR’s findings, as well as the criminal proceedings concerning the Gezi Park and 15 July 2016 coup attempt. Despite the ECtHR’s clear ruling and the Committee of Minister’s decisions, Mr. Kavala remains in detention. 

The submission builds on an initial submission dated 29 May 2020 from the same group of NGOs (available here) and provides a detailed analysis of the 28 September 2020 indictment drafted by the Istanbul Public Prosecutor against Osman Kavala. It underlines several developments in relation to the issue of the ongoing interference with the judiciary by the executive in Turkey, including the promotion of the Prosecutor, who drafted the indictment, to Deputy Justice Minister by the President who has been personally targeting Mr. Kavala. According to the NGOs, Mr. Kavala’s ongoing detention and the new indictment against him demonstrate that he still continues to be the subject of a campaign of persecution and all these actions targeting his legitimate human right activities as a human rights defender and civil society activist are intended to reduce him to silence and deter others from carrying out similar activities as addressed already in the ECtHR judgment. 

The NGOs conclude their submission by formulating several recommendations to the Committee of Ministers and urging the Committee, among others, to take further steps to end Mr. Kavala’s ongoing detention immediately, which has now exceeded three years, and to recognise at its upcoming meeting of 1390th 1-3 December 2020 that the continuing detention of Osman Kavala violates Article 46 of the Convention concerning the binding nature of final judgments of the ECtHR and may trigger Article 46(4) infringement proceedings against Turkey.

İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı: Yeni Kavala iddianamesi hukukun reddidir.

İnsan hakları ve barış savunucusu Osman Kavala hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan yeni iddianame, İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi’nce 8 Ekim 2020’de kabul edildi ve Kavala’nın tutukluluğunun devamına karar verildi. Böylece Osman Kavala’nın haksız, hukuksuz tutukluluğunun yeni bir evresi başlamış oldu.

Daha önce 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kabul ettiği iddianame ile Gezi protestolarını finanse etmek ve bu suretle “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek” suçlamalarıyla yargılanmış ve 18 Şubat 2020’de beraat etmiş olan Osman Kavala, tutuklululuğunun derhal sonlandırılmasına dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararına rağmen yaklaşık 3 yıldır cezaevinde tutuluyor.

Bu yeni iddianame ile ise “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme” ve hakkında iki defa tahliye kararı verilmiş “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” iddialarıyla yargılanması isteniyor.

Osman Kavala hakkındaki bu iddiaların da öncekiler gibi mesnetsiz olduklarının ispatlanacağına şüphe yok.

Zira, “hukuka aykırı” demenin bile yetersiz kaldığı bu iddianame hukukun reddi niteliğinde. Söz konusu iddiaların kendisi iç hukuka ve evrensel hukuk değerlerine meydan okuyor. Mahkeme, hiçbir somut delil içermeyen, politik önyargılar ile oluşmuş varsayımlar üzerine kurulan, birbiriyle bağlantısız olayları art arda sıralayıp farazi çıkarsamalar yapan bu iddianameyi kabul etmekle, hukukun tüm temel prensiplerini ihlal etmiş görünüyor.

Bu iddianame, Osman Kavala’yı cezaevinde tutmanın hukukun gerekliliği değil, siyasi bir kararın yansıması olduğunu bir kez daha gösteriyor.

İddianamede sıralanan faaliyetlerin tümü, sivil toplum çalışmaları çerçevesinde yürütülen yasal, meşru ve insan haklarının kullanılması niteliğinde faaliyetlerken, Osman Kavala hukuka, akla, mantığa ve vicdana aykırı bir şekilde bu faaliyetler suç fiili kabul edilerek cezaevinde tutuluyor.

İddianame, Gezi Parkı protestolarına dair yapılan yargılamada verilen beraat kararına ya da Türkiye’yi bağlayıcı AİHM’in hak ihlali kararına hiçbir şekilde değinmiyor, Savcılık mesleğinin temel etik kuralları hiçe sayılarak Osman Kavala’ya dair lehe durum ve deliller dikkate alınmıyor. Aksine, Gezi Parkı olaylarına dair başka bir yargı mercii önünde işleyen sürece müdahale edilmeye çalışılıyor, görev ve yetkisi olmadığı halde Savcılık tarafından bu konuya da iddianamede geniş bir şekilde yer veriliyor.

AİHM’nin gerek Gezi protestolarına gerekse de darbe girişimine dayalı tutuklamanın hukuka aykırılığına dair kararına, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin devam eden tutukluluğun derhal sonlandırılması çağrısına, hakkında verilen beraat ve tahliye kararlarına rağmen Osman Kavala’nın hâlâ cezaevinde tutulması, “ya tutarsa” mantığı ile hazırlanan yeni iddianameler ve hukuki süreçler ile ağır mağduriyet durumunun sürdürülmesi kabul edilemez.

Biz insan hakları savunucuları olarak tekrar ediyoruz: Osman Kavala’dan suçlu çıkaramazsınız.

Osman Kavala’nın, bırakın 1079 gündür özgürlüğünden edilmesini haklı çıkaracak, hakkında soruşturma açılmasını sağlayacak bile herhangi bir delil yoktur.

Türkiye’nin uygulamakla yükümlü olduğu AİHM kararı ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi çağrılarının gereği yapılmalı, Osman Kavala derhal serbest bırakılmalı, hakkındaki tüm mesnetsiz, hukuksuz, haksız suçlamalar düşürülmelidir.

İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı

Civil Rights Defenders, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnisiyatifi Derneği, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Kırkayak Kültür, Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği, Punto 24 Bağımsız Gazetecilik Derneği, Research Institute on Turkey, Sivil Alan Araştırmaları Derneği, Turkey Human Rights Litigation Support Project, Türkiye-Almanya Kültür Forumu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgütü, Yaşam Bellek Özgürlük Derneği, Yurttaşlık Derneği

İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı, insan haklarını savunmanın evrensel bir hak olduğundan hareketle, insan hakları savunucularına yönelik tüm baskıların takipçisi olmak, kendi aralarında haberleşme ve dayanışmayı güçlendirmek amacıyla çok sayıda insan hakları örgütünün oluşturduğu bir yapıdır.

The new Kavala indictment constitutes the denial of law, Solidarity Network for Human Rights Defenders said today.

The new bill of indictment issued by the Istanbul Chief Public Prosecutor's Office against Osman Kavala, a defender of human rights and peace, was accepted by the Istanbul 36th High Criminal Court on 8 October 2020, and the court ruled that Kavala’s pre-trial detention shall continue. Thus, a new phase of Osman Kavala’s unjust and unlawful detention has commenced. 

Osman Kavala was previously tried on the charge of financing the Gezi Park protests in an “attempt to overthrow the government” with the indictment accepted by the Istanbul 30th Heavy Penal Court and was acquitted on 18 February 2020. He has been detained in prison for nearly three years despite the judgment of the European Court of Human Rights (ECtHR) ordering his immediate release.

This new bill of indictment demands his trial on the charge of “obtaining government information that must be kept confidential, with the purpose of spying on political and military affairs,” as well as the charge of “attempting to overthrow the government” in relation to 15 July 2016 coup attempt on which two orders of release were previously issued.

There is no doubt that these allegations against Osman Kavala will be proven to be baseless, just like the previous ones.

It is because this bill of indictment, which is even beyond being “unlawful,” constitutes the denial of law. These allegations themselves defy domestic law and universal legal values. The court seems to have violated all the basic principles of law by accepting this bill of indictment, which contains no concrete evidence, is based on assumptions made with political prejudices, and makes hypothetical inferences by mentioning disconnected events one after another.

This bill of indictment proves once again that the reason behind detention of Osman Kavala is not a necessity of law enforcement, but a political decision.

While all the actions listed in the bill of indictment constitute the exercise of legal and legitimate human rights activities of civil society activists and NGOs, Osman Kavala has been detained in an unlawful, unreasonable, illogical, and unconscionable manner by considering these actions an offense.

The bill of indictment does not in any way refer to Osman Kavala’s acquittal in the Gezi Park case or the binding judgment of the ECtHR, which found violation of his rights and freedoms, and disregards the facts and evidence in favor of Osman Kavala by ignoring the basic ethical rules of the profession of prosecution. On the contrary, it attempts to intervene in the judicial process carried out before another judicial authority regarding the Gezi Park events, and the prosecution covers this issue in detail in the bill of indictment, even though it has no duty or authority.

It is unacceptable that Osman Kavala’s detention and severe unjust treatment continues with new judicial processes and new bills of indictment issued with the thought of “let’s take our chance,” despite the judgment of the ECtHR, which ruled that the detention on the Gezi protests and the coup attempt related allegations is unlawful; the call of Committee of Ministers of the Council of Europe for the immediate termination of his ongoing detention; and the acquittal decisions and orders of release issued in his favor.

As human rights defenders, we repeat: “You cannot make Osman Kavala look guilty.” There is no evidence that will justify the investigation against Osman Kavala, let alone deprivation of his liberty for 1079 days.

Turkey must act to fulfill its obligation to  enforce the ECtHR’s judgment and, heeding the call of the Committee of Ministers of the Council of Europe, release Osman Kavala immediately, and drop all baseless, unlawful, and unjust charges against him.

Solidarity Network for Human Rights Defenders

Amnesty International, Citizens’ Assembly Turkey, Association for Monitoring Equal Rights, Association of Lawyers for Freedom, Civic Space Studies Association, Civil Rights Defenders, Human Rights Agenda Association, Human Rights Association Istanbul Branch, Human Rights Foundation of Turkey, Kırkayak Culture, Life Memory Freedom Association, Media and Law Studies Association, Punto24 Association for Independent Journalism, Research Institute on Turkey, The Rights Initiative Association, Truth Justice Memory Center, Turkey Human Rights Litigation Support Project, Turkish-German Forum of Culture

Solidarity Network for Human Rights Defenders – Turkey is a network of human rights organisations which insists that defending human rights is a universal right. The Network is committed to strengthen solidarity and communication among its members and to challenge all forms of repression and harassment against human rights defenders.

İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı bileşenlerinden BM yetkililerine son dönemde Türkiye’de LGBTİ+ haklarına yönelik artan tehditlere dikkat çeken acil müdahale istemli mektup

Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi (TLSP), İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı bileşenleri ile birlikte 10 Ağustos 2020 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM)  yetkililerine bir mektup göndererek (mektup metnine buradan ulaşabilirsiniz), son dönemde Türkiye’de LGBTİ+ haklarına yönelik artan tehdit ve uygulamalara dikkat çekti. Mektupta, BM yetkililerinden acil müdahale talep edildi.

BM Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliğine Dayalı Şiddet ve Ayrımcılığa Karşı Korunma Bağımsız Uzmanı, Barışçıl Toplanma ve Örgütlenme Özgürlüğü Özel Raportörü, İfade Özgürlüğünün Korunması ve Geliştirilmesi Özel Raportörü ve Terörle Mücadele Ederken İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Özel Raportörü’ne gönderilen mektupta;

Türkiye’de özellikle 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi sonrasında gittikçe ağırlaşan hukuk devleti ve insan hakları krizine vurgu yapıldı ve bu süreçte LGBTİ+ haklarına yönelen müdahaleler sıralandı. Bu çerçevede, OHAL sürecinde LGBTİ+ etkinliklerine ilişkin, bir kısmı hala süren yasaklardan bahsedildi. Mektupta, LGBTİ+ hak savunucularını ve bireyleri hedef alan hukuki taciz ve fiziksel saldırıların yanı sıra, sistemli ayrımcılık ve nefret söylemine de vurgu yapıldı.

Mektupta, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın 24 Nisan 2020 tarihinde yaptığı ve LGBTİ+’ları hedef alan açıklaması, baroların bu açıklamaya yönelik tepkisi hatırlatıldı ve Ali Erbaş’ın açıklaması sonrası LGBTİ+’lara karşı nefret söylemindeki ciddi artış ve bu söylem sahiplerinin cezasızlık kalkanı ile korunması anlatıldı. Bu yıl Onur Haftası döneminde, pek çok üst düzey kamu görevlisi ve siyasetçi ile hükümet yanlısı medya kuruluşlarının, LGBTİ+’lara yönelik ayrımcı ve kışkırtıcı nefret söylemi kullandığını anımsatan mektupta, bu gelişmelerin, iç hukuka ve Türkiye’nin uluslararası hukuk yükümlülüklerine aykırı olduğu belirtildi.

Bu çerçevede mektupta, Anayasa’nın 26. ve 34. maddelerinin, herkesin ifade ve örgütlenme özgürlüğünü güvence altına aldığı; 10. maddenin de, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” düzenlemesini içerdiği hatırlatıldı. Ayrıca, Anayasa’nın 90. maddesi gereği, iç hukuk ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri arasında çelişki oluşması halinde, uluslararası sözleşme hükümlerinin esas alınması gerektiği vurgulandı.

Mektupta, Anayasa ve yasaların lafzında cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılık ifadeleri açıkça yer almasa da,  yukarıda yer alan Anayasal ilkeler ve Türkiye’nin uluslararası hukuk yükümlülükleri ile birlikte Türk Ceza Kanunu’nun eşitliği düzenleyen 3. maddesi, ayrımcılığı ve nefret söylemini suç olarak düzenleyen 122. ve halkı farklı özelliklere sahip bir kesime karşı kin ve düşmanlığa tahriki cezalandıran 216. maddeleri gereği de bunlara dayalı ayrımcılık veya bağlı nefret söylemi ve hedef göstermelerin hukuka aykırı olduğunun altı çizildi.

Ayrımcılık yasağının, uluslararası hukukta bir teamül hukuku kuralı olduğunu ve OHAL dönemi dahil, hiçbir şart ve koşulda, bu yasağa istisna getirilemeyeceğini vurgulayan mektupta, Türkiye’nin  bu yasağa uyma yükümlülüğünü azaltamayacağı ya da askıya alamayacağı vurgulandı.

Türkiye’nin LGBTİ+’lara yönelik yasaklayıcı politikalarının ve özellikle son dönemlerde  LGBTİ+’lara dönük üst düzey hükümet ve devlet temsilcilerinden gelen hedef gösterici nefret söylemlerinin, uluslararası ve Anayasal standartlara aykırı olduğunu anımsatan mektup, bu uygulamaların, LGBTİ+’lara karşı son derece ağır sonuçlara yol açabilecek bir şiddet yönelimini belirli bir kesim için meşrulaştırdığını veya bunun önünü açtığını belirtti.

Mektupta, Türkiye Hükümeti’nin, ulusal ve uluslararası yükümlülüklerine uygun davranması gerektiğinin altı çizilerek, LGBTİ+’lara yönelik hedef gösterici, ayrımcı nefret söylemine son verilmesi ve LGBTİ+’ların bu tür söylem ve müdahalelere karşı korunması için gerekli önlemlerin acilen alınması çağrısı yapıldı.

Bu bağlamda mektuba katılan insan hakları örgütleri, BM özel mekanizmalarını, Türkiye Hükümeti nezdinde gerekli adımların atılması için girişimde bulunmaya davet etti.

Mektup şu kurumlarin imzası ile gönderildi: Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi, Civil Rights Defenders, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, Kaos GL, London Legal Group, Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği, P24 Bağımsız Gazetecilik Derneği, Research Institute on Turkey, Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Yaşam Bellek Özgürlük Derneği ve Yurttaşlık Derneği. 

İletişim:

Ayşe Bingöl Demir, Eş-Direktör, info@turkeylitigationsupport.com, Twitter: @TR_Litigation

Urgent action letter to the UN on the continued discrimination and hate speech against lesbian, gay, bisexual, transgender and intersex (LGBTI+) people in Turkey

The Turkey Litigation Support Project (TLSP) and several other member organisations of Solidarity Network for Human Rights Defenders wrote a letter (available here) to the United Nations (UN) special mandate holders on 10 August 2020, underlining the recent increase in attacks on LGBTI+ people in Turkey. The letter demands an urgent intervention from the UN authorities.

The letter has been addressed to the UN Independent Expert on Sexual Orientation and Gender Identity, Special Rapporteur on the Rights to Freedom of Peaceful Assembly and Association, Special Rapporteur on the Promotion and Protection of the Right to Freedom of Opinion and Expression and the Special Rapporteur on the Promotion and Protection of Human Rights while Countering Terrorism.

The letter listed the attacks on LGBTI+ people in the aftermath of July 15, 2016 coup attempt under the increasingly diminishing rule of law and protection of human rights in Turkey. Within this context, the letter cited the bans imposed on the LGBTI+ events, some of which are still ongoing. It also stressed the legal harassment, physical attacks as well as the systematic discrimination and hate speech targeting LGBTI+ persons and rights defenders.

The letter reminded the UN special mandate holders of the recent statements made by the head of Directorate for Religious Affairs, Ali Erbaş, on April 24, 2020 targeting LGBTI+ people and the developments seen following the reaction shown by several bar associations against the statement. The letter underlined the serious increase in the hate speech against LGBTI+ persons in Turkey following Erbaş’s remarks and  the failure of the judiciary to properly prosecute those who commit crime in their remarks against LGBTI+ people. Accordingly, this year on Pride Week many high ranking state officials, politicians and pro-government media outlets used hate speech and these contradict the domestic law as well as the international legal obligations of Turkey.

The letter stressed the fact that the Turkish Constitution guarantees the right to freedom of expression and of association under Articles 26 and 34; that Article 10 of the Constitution states that “Everyone is equal before the law without distinction as to language, race, colour, sex, political opinion, philosophical belief, religion and sect, or any such grounds. “ Furthermore, according to the letter, Article 90 of the Constitution states that “In the case of a conflict between international agreements, duly put into effect, concerning fundamental rights and freedoms and the laws due to differences in provisions on the same matter, the provisions of international agreements shall prevail.”

The letter highlighted that although the concept of “discrimination based on sexual orientation and gender identity” is not included in the Constitution or other relevant laws , hate speech and discrimination is against the law based on the abovementioned Constitutional principles, international legal obligations of Turkey as well as Article 3 of the Turkish Penal Code on equality before the law, Article 122 which defines discrimination and hate speech as criminal act and, lastly, Article 216 penalising public incitement to hatred and hostility against a section of the public against another section which has a different characteristic.

The letter stated that the prohibition of discrimination is a customary rule of international law. Therefore, under any  conditions, including that of state of a emergency, can this ban be circumvented by exceptions and Turkey, accordingly, cannot derogate from its international law obligations concerning prohibition of discrimination . 

The letter further explained that Turkey’s restrictive policies towards the LGBTI+ community and the problematic language recently adopted by the high ranking government and state officials constituting hate speech can lead to grave consequences in the near future as it legitimizes, in the eyes of the government supporters, violence.

The human rights organizations which signed the letter invited the UN special mechanisms  to, among others, invite the Turkish authorities to seize the discriminatory hate speech against LGBTI+ people by the state officials, to ensure the Turkish government complies with its domestic and international law obligations and to urge Turkey to take necessary steps to protect the LGBTI+ community from any attacks.

The letter was signed by Turkey Human Rights Litigation Support Project, Civil Rights Defenders, Association for Monitoring Equal Rights (AMER), Truth, Justice and Memory Center, Kaos GL, London Legal Group, Media and Law Studies Association, Association of Lawyers for Freedom, Platform for Independent Journalism (P24), Research Institute on Turkey, Social Policy Gender Identity and Sexual Orientation Studies Association (SPoD), Human Rights Foundation of Turkey, Life Memory Freedom Association, and Citizens’ Assembly.

Contact:

Ayşe Bingöl Demir, Co-Director, info@turkeylitigationsupport.com, Twitter: @TR_Litigation

Turkey: Release Osman Kavala

Turkish authorities should immediately release human rights defender Osman Kavala, in compliance with the Council of Europe Committee of Ministers’ decision of 3 September 2020, the International Commission of Jurists (ICJ), Human Rights Watch and the Turkey Human Rights Litigation Support Project said today.

The decision followed a Committee of Ministers hearing to assess the execution of the judgment of the European Court of Human Rights in the case of Osman Kavala. The Committee, acting in its supervisory capacity for Court judgments, ordered the Turkish authorities, “to ensure the applicant’s immediate release,” pointing to, “a strong presumption that his current detention is a continuation of the violations found by the Court.”

After the finding by the European Court of Human Rights that Kavala’s detention is unlawful, the Committee of Ministers has affirmed that Turkey is continuing to violate his rights by keeping him in detention” said Roisin Pillay, director of the Europe and Central Asia Programme at the International Commission of Jurists. “European Court rulings are binding, and Osman Kavala should be released immediately.

Despite the unlawful detention and an acquittal by the Turkish criminal court presiding over his trial, Osman Kavala has been kept behind bars under a newly issued charge of “espionage” since March 2020. His lawyers are currently challenging the lawfulness of the detention before Turkey’s Constitutional Court. However, the Committee of Ministers indicated in its decision that Turkey should not wait for a ruling of the Constitutional Court but should release Kavala immediately.

In June, the ICJ, Human Rights Watch and the Turkey Human Rights Litigation Support Project  made a detailed submission to the Committee of Ministers of the Council of Europe, which oversees enforcement of European Court of Human Rights judgments. The submission argued that the sequence of events and repeated local court decisions to ensure Kavala’s detention subsequent to the European Court’s ruling in December 2019 demonstrated that Turkey was prolonging the violations found by the European Court.  

The European Court judgment in Kavala v. Turkey (Application no. 28749/18) found violations of the following provisions of the European Convention on Human Rights: Article 5(1) (right to liberty and security), Article 5(4) (right to a speedy decision on the lawfulness of detention), and the rarely used Article 18 (limitation on use of restrictions on rights) taken together with Article 5(1). The Court required Turkey to release Kavala and said that any continuation of his detention would prolong the violations and breach the obligation to abide by the judgment in accordance with Article 46(1) of the Convention.

The judgment on Osman Kavala’s case is particularly significant because it is the first final ruling of the European Court of Human Rights against Turkey in which the Court determined that, in interfering with an individual’s rights, Turkey acted in bad faith and out of political motivations, violating Article 18 of the European Convention on Human Rights. The Court said that by detaining Kavala since November 2017 and prosecuting him, the Turkish authorities had “pursued an ulterior purpose, namely to silence him as human rights defender.”

Kavala has been held in detention since November 2017, initially on bogus allegations that he used the 2013 Istanbul Gezi Park protests as a pretext for an attempt to overthrow the government, and that he was involved in the July 15, 2016 attempted military coup. On February 18, 2020, Kavala and his eight co-defendants were acquitted on charges of “attempting to overthrow the government by force and violence” in the Gezi Park trial.

But Kavala was not released, and a court ordered his detention again immediately on one of the grounds for his initial detention on 1 November 2017, namely the charge of “attempting to overthrow the Constitution by force and violence” because of the ongoing July 15, 2016 coup attempt-related investigation against him. Turkey’s President Recep Tayyip Erdoğan had publicly criticized his acquittal just before he was detained again. Weeks later a court ordered his detention a second time on another charge (“espionage”) but under the same investigation file on the coup attempt and relying on the same evidence.

The decision by the Council of Europe Committee of Ministers confirms our submission that political considerations are behind the court orders prolonging Osman Kavala’s detention , and that there has been a concerted official effort to prevent Kavala’s release,” said Emma Sinclair-Webb, Turkey director at Human Rights Watch. “Instead of complying with the European Court’s judgment, Turkey has continued to violate Kavala’s human rights.”

The targeted harassment in Turkey of rights defenders is part of a wider practice of arbitrary detentions and abusive prosecutions of journalists, elected politicians, lawyers, and other perceived government critics. This practice has been well-documented in many reports by the Council of Europe, the European Union, and human rights organizations.

The campaign of persecution against Osman Kavala and the failure to release him and drop all charges have perpetuated a chilling environment for all human rights defenders in Turkey,” said Ayşe Bingöl Demir, co-director of the Turkey Human Rights Litigation Support Project. “Ending this blatantly unlawful detention, which has been ongoing for over 1000 days, will not only play a role in preventing further violations to Osman Kavala’s rights, it will also give a strong signal to the human rights defenders community that the oversight mechanisms in place to ensure Turkey’s compliance with its international human rights obligations can still be effective.

Contact:

Ayşe Bingöl Demir, Co-Director, info@turkeylitigationsupport.com, Twitter: @TR_Litigation

Urgent action letter concerning arbitrary detention and long-term imprisonment of lawyers Ebru Timtik and Aytaç Ünsal

The Turkey Litigation Support Project (TLSP), together with 17 prominent lawyers' and human rights organisations, sent an urgent action letter (available here) to the UN Special Rapporteurs expressing serious concerns regarding arbitrary detention and long-term imprisonment of lawyers Ebru Timtik and Aytaç Ünsal in violation of fair trial principles and their right to freedom of expression. When the letter was sent on 18 August 2020, Timtik and Ünsal were on hunger strike since 2 February 2020 in demand for a fair trial. The TLSP, together with a group of lawyers’ rights organisations, previously submitted another urgent action letter on 20 May 2019, which described further instances of what seems to be a systematic practice of persecuting lawyers in order to silence and intimidate human rights defenders and those critical of the Turkish government.

The urgent action letter requests the Special Rapporteurs to urge the Turkish authorities to;

  • give Ebru Timtik and Aytaç Ünsal the opportunity to await the outcome of their appeal in freedom and facilitate their immediate release as currently their lives are further endangered in light of the hospital and prison conditions in Turkey during the COVID-19 global pandemic.

  • drop all criminal charges against Ebru Timtik and Aytaç Ünsal, to stop all forms of harassment, including judicial harassment, against these individuals as well as other lawyers and human rights defenders in Turkey, and allow them to perform their professional and lawful functions without intimidation or improper interference.

  • respect and ensure the independence of the judiciary by law and practice and to prevent judges, prosecutors and lawyers from suffering undue interferences.

  • comply with the provisions of the ICCPR, the UN Basic Principles on the Role of Lawyers, the UN Declaration on Human Rights Defenders and other international instruments on the protection and promotion of fundamental rights and freedoms.

The letter is endorsed by Lawyers’ Rights Watch Canada (Canada), Consiglio Nazionale Forense (CNF) (Italy), Lawyers for Lawyers (Netherlands), Defense Sans Frontiere-Avocats Solidaire ( DSF-AS)  (France), İstanbul Bar Association (Turkey), Swiss Democratic Lawyers (Switzerland), Rotterdam Bar Association (Netherlands), the Council of Bars and Law Societies of Europe (CCBE) (Brussels), Republikanischer Anwältinnen- und Anwälteverein e. V., Berlin (Germany), Avocat.e.s Européennes Démocrates / European Democratic Lawyers (AED/EDL), Ordre des Avocats de Genève / Geneva Bar Association (Switzerland), London Legal Group (United Kingdom), Lyon Bar Association (France), Ravenna Bar Association (Italy), Çağdaş Hukukçular Derneği / Progressive Lawyers Association (ÇHD) (Turkey), European Association of Lawyers for Democracy and World Human Rights (ELDH) (Germany), and the Law Society of England and Wales (United Kingdom).

İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı bileşenlerinden BM'ye, çoğu Rosa Kadın Derneği mensubu kadın hak savunucularının meşru faaliyetlerini hedef alan müdahalelere dikkat çeken mektup

Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi (TLSP), İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı bileşenleri ile birlikte, Birleşmiş Milletler özel mekanizmalarına mektup yazarak Rosa Kadın Derneği mensubu tutuklu kadın hak savunucularının ve dernek faaliyetlerini destekleyenlerin meşru hak savunuculuğu faaliyetlerini hedef alan müdahalelere son verilmesi için girişim çağrısında bulundu.

İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı bileşenleri Civil Rights Defenders, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği, P24 Bağımsız Gazetecilik Derneği, Research Institute on Turkey, Sivil Alan Araştırmaları Derneği, Toplum ve Hukuk Arastırmaları Vakfı, Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi (Turkey Human Rights Litigation Support Project), Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Yaşam Bellek Özgürlük Derneği ve Yurttaşlık Derneği,  Diyarbakır’da kadın hak savunucularına ve Kürt politikacılara yönelik gerçekleştirilen 22 Mayıs 2020 tarihli polis operasyonuna, hak savunucularının meşru faaliyetlerini hedef alan soruşturmaya, gözaltı ve tutuklamalara dair BM İnsan Hakları Savunucularının Durumu Özel Raportörü, Kadına Karşı Şiddet, Nedenleri ve Sonuçları Özel Raportörü, İfade Özgürlüğünün Korunması ve Geliştirilmesi Özel Raportörü, Barışçıl Toplanma ve Örgütlenme Özgürlüğü Özel Raportörü, Terörle Mücadele Ederken İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Özel Raportörü ve Keyfi Gözaltı/Tutuklamalar Çalışma Grubu’na bilgilendirme yapan acil müdahale talepli bir mektup gönderdi. Mektuba Rosa Kadın Derneği ve London Legal Group da imzacı olarak katıldı.

Mektupta, Türkiye’de özellikle 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi sonrasında gittikçe ağırlaşan hukuk devleti ve insan hakları krizine vurgu yapıldı. Bağımsızlığı ve tarafsızlığı ciddi bir şekilde zedelenen yargı mekanizmaları eli ile yürütülen, gözaltına alma ve tutuklama gibi, keyfi ve haksız işlemlerin hedefinin genellikle hak savunucuları ve hükümet politikalarını eleştirenler olduğunun altı çizildi. Kadın hakları konusunda çalışan hak savunucularının meşru faaliyetlerine yönelen müdahaleler anlatıldı.       

22 Mayıs 2020’de gerçekleştirilen operasyonda kadına karşı şiddetin önlenmesi başta olmak üzere kadın hakları konusunda Diyarbakır’da son derece önemli çalışmalar yürüten çoğu Rosa Kadın Derneği üyesi, kurucusu ve yöneticisi olan kadın hak savunucuları Adalet Kaya, Ayla Akat Ata, Narin Gezgör, Fatma Gültekin, Gülcihan Şimşek, Zelal Bilgin, Özlem Gündüz, Remziye Sızıcı, Gönül Aslan, Sevim Coşkun, Nevriye Çur, Nazile Tursun ve barış annesi Rebia Kıran ile politikacılar Kasım Kaya, Veysi Kuzu, Hüseyin Harman, Celal Yoldaş, Mehmet Arslan ve Mehmet Ali Altınkaynak gözaltına alınmıştı. Bu süreçte operasyonun Rosa Kadın Derneği’nin meşru çalışmalarını hedef aldığı anlaşılmıştı. 24 Mayıs 2020’de gözaltına alınanlardan Narin Gezgör, Fatma Gültekin, Gülcihan Şimşek, Özlem Gündüz, Remziye Sızıcı, Gönül Aslan ve Sevim Coşkun ile politikacılar Mehmet Ali Altınkaynak, Mehmet Arslan, Celal Yoldaş and Veysi Kuzu tutuklanmıştı. 3 yaşında oğlu ile birlikte cezaevinde tutulan aktivist Gönül Aslan daha sonra 9 Haziran 2020’de serbest bırakılmıştı.

Hak savunucularına karşı yürütülen hukuki süreçte, avukatların kısıtlılık kararı nedeni ile ulaşabildiği sınırlı bilgilerden ve sorgulamalar sırasında sorulan sorulardan, soruşturmanın hak savunucularının ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme özgürlüğü bağlamında korunan, meşru hak savunuculuğu faaliyetlerinin esas alındığı anlaşılmıştır. Örneğin sorgular esnasında 8 Mart konusunda düzenlenen etkinlikler, kadına karşı şiddet vakalarındaki kampanyalar, etkinliklerde kadın hak savunucularının kullandığı sloganlar, diğer kadın örgütleri ile birlikte yürütülen çalışmalar ve basın açıklamalarında kullanılan ifadeler konusunda hak savunucularından açıklama istenmiştir.  

Anayasa’nın 26. ve 34. maddeleri herkesin ifade ve örgütlenme özgürlüğünü güvence altına almaktadır. 19. madde özgürlük ve güvenlik hakkını düzenlemektedir. Anayasa’nın 90. maddesi kapsamında iç hukuk ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri arasında çelişki halinde sözleşme hükümleri esas alınmalıdır.   

Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’ne taraftır. Her iki Sözleşme de kadına karşı ayrımcılığı yasaklamakta, ifade, örgütlenme ve barışçıl toplanma özgürlüklerini koruyucu hükümler içermektedir. Türkiye’nin taraf olduğu BM Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW) madde 3 kapsamında Türkiye kadınlara karşı ayrımcılığın kaldırılması, kadın haklarının etkili bir şekilde tanınması, korunması ve kadına yönelik her türlü şiddetin sonlandırılmasını sağlamak ile yükümlüdür. Yine Türkiye’nin taraf olduğu ve kadına karşı şiddetin önlenmesi konusunda en önemli uluslararası belgelerden olan Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi), Türkiye’ye, diğer yükümlülüklerinin yanında, kadın haklarının korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesi konusunda bütün önlemleri alma sorumluluğu yüklemektedir.  Özellikle Sözleşme’nin 9. maddesi Türkiye’den, ilgili bütün devlet birimlerinde, kadın hakları ve kadına karşı şiddet ile mücadele konusunda çalışan hükümet dışı organizasyonların ve sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarının tanınması, desteklenmesi ve bu çalışmalara müdahalelerden kaçınılması konusunda gerekli somut adımları atmasını beklemektedir.

Kadın hak savunucularının faaliyetleri, hak savunucusu sıfatları ile de güvence altına alınmaktadır. BM İnsan Hakları Savunucuları Bildirgesi, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Avrupa Konseyi’ne Üye Ülkelerde İnsan Hakları Savunucularının Korunması Kararı ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı İnsan Hakları Savunucularının Korunmasına İlişkin Kılavuz İlkeler gibi belgeler ile somut olarak dile getirilen bu güvenceler arasında, hak savunucularının, savunuculuk faaliyetlerini özgürce sürdürmeleri için elverişli bir ortamın tesis edilmesi, hak savunucularının faaliyetlerini kısıtlamaya yönelen keyfi müdahalelerden kaçınılması ve hak savunucularının faaliyetlerinin etkili bir şekilde korunması gibi yükümlülükler sıralanmaktadır.

Türkiye’nin Rosa Kadın Derneği mensubu kadın hak savunucularına ve dernek faaliyetlerini destekleyenlere karşı, meşru hak savunuculuğu faaliyetlerini hedef alan müdahaleleri, anılan uluslararası ve Anayasal standartlara aykırıdır. Bu bağlamda mektuba katılan STK’lar BM özel mekanizmalarından Türkiye Hükümeti nezdinde, tutuklu kadın hak savunucularının ve onların aktiviteleri ile ilişkili çalışmaları nedeni ile tutuklandıkları anlaşılan politikacıların derhal serbest bırakılması, haklarındaki suçlamaların düşürülmesi, meşru hak kullanımı niteliğindeki faaliyetlerine müdahalelere son verilmesi, hak savunucularının meşru çalışmalarını hiçbir baskı veya müdahale olmaksızın sürdürmesi için gerekli koşulların sağlanması ve CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerine uyması için gerekli adımların atılması yönünde girişimlerde bulunmaya davet etti.

İngilizce mektuba buradan ulaşabilirsiniz.  

Barolar Haklarımızın En Kuvvetli Güvenceleri Arasındadır

26 Haziran 2020

Hükümet tarafından barolara ve avukatların örgütlenme özgürlüğüne yönelik bazı yasal düzenlemelerin yapılması yönünde çalışmaların yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Avukatlar ve çok sayıda baro yönetimi, yapılması düşünülen değişikliklere ve bu çalışmanın başlama ve yürütülme biçimine itirazlarını dile getirmiş ve bu konuda uluslararası hukuk ve Anayasa ile korunan haklarını kullanarak bir eylemlilik süreci başlatmıştır. 

Biz aşağıda imzası olan sivil toplum kuruluşları, hukuk devletinin en önemli temellerinden olan yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı prensiplerinin, gerek mesleklerini sürdürmede gerekse de kendilerine en uygun örgütlenme modellerini belirlemede avukatların da bağımsız, özerk ve yürütmeden veya başkaca bir güç odağından gelebilecek her türlü müdahaleden uzak olmalarını gerektirdiğinin altını çiziyoruz.

 Savunma hakkı, adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarındandır.  Avukatlar ve barolar, hem savunma hakkının kullanılabilmesinde hem de temel hak ve özgürlüklerine müdahale edilenlerin hak aramalarında son derece önemli bir rol oynamaktadır. Bu nedenle avukatlar gerek şahsen gerekse de mensubu oldukları barolar kanalıyla hukuk devleti prensiplerinin ve hak ve özgürlüklerin korunmasının en önemli aktörlerindendir. Adaletin tesisinde üstlendikleri bu önemli ve kıymetli görev, avukatların, gerek Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde gerekse de Anayasa’da kendilerine tanınan özgül güvencelerden faydalanmasını gerektirir.

BM Avukatların Rolüne Dair Temel Prensipler ile BM Avukat ve Yargıçların Bağımsızlığı Özel Raportörü ve Uluslararası Barolar Birliği gibi uluslararası mekanizmaların geliştirdiği prensipler uyarınca barolar yalnızca avukatların mesleki faaliyetlerini düzenlemek ile sorumlu değildir. Barolar ayrıca avukatların bağımsızlığının sağlanmasında ve her türlü müdahaleden uzak bir şekilde mesleki faaliyetlerini sürdürmelerinde, adalete etkili bir şekilde erişimin sağlanmasında, kişi hak ve özgürlüklerinin korunmasında ve hukuk devleti prensiplerinin güvenceye alınmasında önemli bir role sahiptir.

 Anayasa’nın 2. maddesi uyarınca Türkiye Cumhuriyeti bir “hukuk devleti”dir, 9. ve 138. maddelerine göre “yargı bağımsızdır” ve 36. maddesine göre herkes savunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir.

 Avukatlık Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca savunma bağımsızdır, 97. ve 123. maddelerine göre savunmanın bağımsızlığının sağlanması konusunda barolar görevlidir ve 76. maddesi kapsamında hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak baroların ve avukatların sorumlulukları arasındadır.

 Avukatların bağımsızlığını korumaya dönük bu önemli standartların yanında uluslararası hukuk, insan haklarını korumak ve güçlendirmek için çalışan avukatları ve onların örgütlenme modelini, hak savunucusu sıfatları ile de güvence altına almaktadır. BM İnsan Hakları Savunucuları Bildirgesi, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Avrupa Konseyi’ne Üye Ülkelerde İnsan Hakları Savunucularının Korunması Kararı ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı İnsan Hakları Savunucularının Korunmasına İlişkin Kılavuz İlkeler gibi belgeler ile somut olarak dile getirilen güvenceler arasında, hak savunucularının, savunuculuk faaliyetlerini özgürce sürdürmeleri için elverişli bir ortamın tesis edilmesi, hak savunucularının faaliyetlerini kısıtlamaya yönelen keyfi müdahalelerden kaçınılması ve hak savunucularının faaliyetlerinin etkili bir şekilde korunması gibi yükümlülükler sıralanmaktadır.

Bütün bu prensipler bağlamında avukatların örgütlenmelerine dair gündeme getirilen mevzuat değişiklik taleplerinin avukatlar ve barolardan gelmesi ve bu değişikliklere dair çalışmalarda avukatların gerek doğrudan gerekse de meslek örgütleri kanalı ile etkin ve belirleyici bir rol alması gerekir. Baroların bağımsızlığını, özerkliğini ve avukatların yukarıda detaylandırılan güvenceler çerçevesinde keyfi müdahalelerden uzak şekilde faaliyetlerini sürdürmelerini engelleyecek her türlü değişiklik Anayasa’ya ve uluslararası hukuk standartlarına aykırı olacaktır. Avukatlara ve meslek örgütleri olan barolara yönelen bu ve benzeri müdahalelerin hukuk devletine, temel hak ve özgürlüklere, adil yargılanma hakkına ve adaletin yerine getirilmesine yönelik oluşturduğu somut tehditlerin izleri benzer politikaların etkilerinin görüldüğü Azerbaycan, Malezya, İran ve Pakistan gibi ülkelerde sürülebilir.

Avukatlar ve barolar, haklarımızın en kuvvetli güvenceleri arasındadır. Yasa yapıcıları, baroların özgürlük ve özerkliğini zedeleyecek tüm çalışmalara son vermeye, barolara ilişkin bir mevzuat düzenlemesi yapılacaksa bu süreci, baroların etkin katılımı ile yürütmeye çağırıyoruz.

Avukatlarımızın ve barolarımızın haklı taleplerini destekliyoruz.

İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı

Civil Rights Defenders, Düşünce Suçuna Karşı Girişim, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Kaos GL, Kırkayak Kültür, Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği, Punto 24 Bağımsız Gazetecilik Derneği, Research Institute on Turkey, Sivil Alan Araştırmaları Derneği, SPoD LGBTİ+, Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı, Turkey Litigation Support Project, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, Yaşam Bellek Özgürlük Derneği, Yurttaşlık Derneği

İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı, insan haklarını savunmanın evrensel bir hak olduğundan hareketle, insan hakları savunucularına yönelik tüm baskıların takipçisi olmak, kendi aralarında haberleşme ve dayanışmayı güçlendirmek amacıyla çok sayıda insan hakları örgütünün oluşturduğu bir yapıdır.

 

 

Türkiye: AİHM Kararı Sonrası Hak Savunucusu Serbest Bırakılsın

Avrupa Konseyi Bakanları Osman Kavala’nın tahliyesinde ısrar etmelidir

(Strazburg, 3 Haziran 2020) – İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Hukukçular Komisyonu ve Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 4 Haziran 2020 tarihli toplantısında Türkiye’yi insan hakları savunucusu Osman Kavala’nın serbest bırakılmasına ve ona yönelik tüm suçlamaların düşürülmesine yöneltecek bir karar alması gerektiğini belirttiler.

Bu üç grup, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmasını denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne detaylı bir bildirim (bildirim metnine buradan ulaşabilirsiniz) sundu. Gruplar, Türkiye’nin 11 Mayıs'ta kesinleşen ve Kavala’nın derhal tahliye edilmesini gerektiren bu önemli kararı göz ardı ederek, Kavala'nın haklarını ihlal etmeye devam ettiğini belirtti.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye Direktörü Emma Sinclair-Webb, “Avrupa Mahkemesi, Kavala’nın alıkonmasının hukuka aykırı olduğuna ve bağlayıcı kararının gereği olarak Türkiye’nin Kavala’yı derhal tahliye etmesi gerektiğine karar verdi” dedi. Emma Sinclair-Webb, “Bakanlar Komitesi, 4 Haziran toplantısında, hiçbir Avrupa Konseyi üyesi devletin insan hakları savunucularını susturmaması gerektiğine dair net bir mesaj vererek buna uyması için Türkiye'ye baskı yapmalıdır” dedi.

Bu karar, Türkiye'nin kötü niyetle ve siyasi amaçlarla bir bireyin haklarına müdahale ettiğini ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. maddesini ihlal ettiğini tespit eden Türkiye aleyhindeki ilk nihai karar olduğundan özel bir önem taşımakta. AİHM, Osman Kavala’yı Kasım 2017’den bu yana alıkoyup yargılayan Türk makamlarının “başvuranın bir insan hakları savunucusu olarak susturulmasını sağlamak için örtülü bir amaç taşıdığını” tespit etmişti.

Avrupa Mahkemesi, Kavala/Türkiye kararında (Başvuru no. 28749/18), madde 5(1) (özgürlük ve güvenlik hakkı), madde 5(4) (alıkonmanın yasaya uygunluğuna ilişkin ivedi karar alma hakkı) ve madde 5(1) ile birlikte nadiren kullanılan madde 18’in (haklara getirilecek kısıtlamaların sınırlanması) ihlal edildiğine karar vermiştir. Karar, Türkiye’nin Kavala’yı tahliye etmesini zorunlu kılmış, tutukluluğunun devam etmesinin ihlalleri devam ettireceğini ve Sözleşmenin 46(1) maddesi uyarınca AİHM kararlarına uyma yükümlülüğünü ihlal edeceğini belirtmiştir.

Bir hakimlik 2013 İstanbul Gezi Parkı protestolarını hükümeti devirme girişimi için kullandığı ve 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimine müdahil olduğu iddiasıyla, Kavala'nın 1 Kasım 2017'de tutuklanmasına karar vermiştir. 18 Şubat 2020'de Kavala ve diğer sekiz sanık, Gezi Parkı davasında “cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlamasından beraat etmiştir.

Ancak Kavala cezaevinden tahliye edilmemiş ve bir hâkim kararıyla 2016 darbesiyle ilgili devam eden bir soruşturmayla ilişkili olarak "anayasal düzeni cebir, şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya teşebbüs" suçlamasıyla tekrar tutuklanmıştır. Tekrar tutuklanmasından kısa bir süre önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan halka açık şekilde Kavala’nın beraatini eleştirmiştir. Kavala haftalar sonra, yine bu delillere ve soruşturma dosyasına dayanan bir başka suçlama ile (casusluk) bir kez daha tutuklanmıştır.

Uluslararası Hukukçular Komisyonu Avrupa ve Orta Asya Programı Direktörü, Róisín Pillay, “Tutukluluğun devamına ilişkin yargı kararlarının silsilesi ve tutuklamanın yasallığı konusunda nesnel bir değerlendirmenin olmaması, kararların siyasi beklentiler ile yönlendirildiğini ve Kavala'nın tahliyesini önlemek için düzenlenmiş bir siyasi çaba olduğunu göstermektedir.” dedi. Pillay, “Avrupa Mahkemesi'nin kararından bu yana Türkiye, Kavala'nın haklarını ihlal etmeye devam etti” tespitinde bulundu.

Türkiye’de insan hakları savunucularına yönelik taciz daha genel olarak gazetecilere, seçilmiş siyasetçilere, hukukçulara, hükümeti eleştirdiği düşünülenlere yönelik keyfi alıkoymalar ve yargısal tacizin bir parçası. Bu eğilim Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ve insan hakları örgütlerine ait birçok raporla belgelendirilmiştir.

Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi Eş Direktörü Ayşe Bingöl Demir “Kavala'ya karşı yürütülen yıldırma kampanyası, onun tahliye edilmemesi ve hakkındaki suçlamaların düşürülmemesi, Türkiye'deki tüm insan hakları savunucuları için oluşan baskı ortamının sürmesine sebep olmuştur” dedi.

Üç örgüt, detaylı tavsiyelerde bulunarak Bakanlar Komitesini:

·           Avrupa Mahkemesinin kararı gereği Osman Kavala'nın derhal tahliyesinin sağlanması için Türkiye Hükümetine çağrıda bulunmaya, kararın açık şekilde devam eden tutukluluğu ve baskıları da kapsadığını vurgulamaya,

·           Kavala/Türkiye kararının icrasını nitelikli denetim prosedürü altında izlenmek üzere sınıflandırmaya ve Sözleşmenin 18. maddesi altında öncü dava olarak kabul etmeye,

  • Kavala’nın devam eden tutukluluğunun kesinleşen AİHM kararlarının bağlayıcılığına ilişkin Sözleşmenin 46. maddesini ihlal ettiğini tespit etmeye ve Kavala’nın tahliye edilmemesinin Madde 46(4) prosedürünü (ihlal prosedürü) başlatacağını tespit etmeye,

  • Türkiye Hükümetine, Kavala'nın serbest bırakılmasının Covid-19 salgını bağlamında ek bir aciliyete sahip olduğunu ve salgının alıkonma esnasında sağlığına yönelik mevcut tehlikeyi artırdığını vurgulamaya,

  • Mahkemenin, Kavala’nın haklarının ihlal edildiğine, toplantı, örgütlenme ve ifade özgürlüğünü kullanmasının hatalı şekilde kendisini suçlamak için delil olarak kullanıldığına ilişkin tespitleri doğrultusunda, Türkiye Hükümeti’nden Kavala’nın susturulmak amacıyla soruşturulduğu ve alıkonduğu tüm dosyalarda yer alan tüm suçlamaların düşürülmesini talep etmeye davet etmiştir.

Örgütler ayrıca, Türkiye'nin insan hakları savunucularının ve hükümet karşıtı olarak görülen diğer bireylerin siyasi amaçlarla alıkonmalarına ve yargılanmalarına son verilmesine yönelik kararın uygulanması için alınması gereken genel tedbirleri belirlediler. Bu genel tedbirler, Türkiye'nin hukukun üstünlüğüne ilişkin yapısal sorunlarına odaklanmaktadır. Anılan yapısal sorunlar arasında Türkiye’de yürütmenin yargı ve savcılıklar üzerindeki kontrolü; Cumhurbaşkanı ve ona bağlı diğer yetkililer tarafından, sıklıkla yapılan halka açık konuşmalar aracılığıyla mahkeme kararlarına doğrudan siyasi müdahalede bulunmaya yönelik yaygın eğilime ilişkin açık deliller yer almaktadır. Sözleşme ile korunan hakların kullanılmasının suç haline getirilmesi, insan hakları savunucularına ve hükümet karşıtı olarak görülenlere karşı açılan birçok davanın ortak yönünü oluşturmaktadır.

 Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi’nin Türkiye ile ilgili diğer çalışmaları için:https://www.turkeylitigationsupport.com/

Daha fazla bilgi için:

info@turkeylitigationsupport.com; Twitter @TR_Litigation

Turkey: Free Rights Defender following European Court Ruling

Council of Europe Ministers Should Urge Osman Kavala’s Release


(Strasbourg, June 3, 2020) – The Council of Europe Committee of Ministers should issue a decision at its June 4, 2020 meeting directing Turkey to release human rights defender Osman Kavala and drop all charges against him, Human Rights Watch, the International Commission of Jurists, and the Turkey Human Rights Litigation Support Project said today.

The three groups have submitted a detailed submission (available here) to the Council of Europe’s Committee of Ministers, which oversees enforcement of European Court of Human Rights judgments. The groups outlined how Turkey continues to violate Kavala’s rights by flouting a landmark judgment, that became final on May 11 requiring his immediate release.
“The European Court ruled that Kavala’s detention is unlawful, and their binding judgment requires Turkey to release him immediately,” said Emma Sinclair-Webb, Turkey director at Human Rights Watch. “The Committee of Ministers, at its June 4 meeting, should press Turkey to comply and issue a clear message that no Council of Europe member state should be silencing human rights defenders.”

The judgment is particularly significant because it is the first final ruling against Turkey in which the court determined that in interfering with an individual’s rights Turkey acted in bad faith and out of political motivations, violating Art. 18 of the European Convention on Human Rights. The court said that by detaining Kavala since November 2017 and prosecuting him, the Turkish authorities had “pursued an ulterior purpose, namely to silence him as human rights defender.”
The European Court judgment in Kavala v. Turkey (Application no. 28749/18) found violations of Art. 5(1) (right to liberty and security), Art. 5(4) (right to a speedy decision on the lawfulness of detention), and the rarely used Art. 18 (limitation on use of restrictions on rights), taken together with Art. 5(1). It required Turkey to release Kavala and said that any continuation of his detention would prolong the violations and breach the obligation to abide by the judgment in accordance with Art. 46(1) of the European Convention on Human Rights.

A court ordered Kavala’s detention on November 1, 2017 on bogus allegations that he used the 2013 Istanbul Gezi Park protests as a pretext for an attempted coup, and that he was involved in the July 15, 2016 attempted military coup. On February 18, 2020, Kavala and his eight co-defendants were acquitted on charges of “attempting to overthrow the government by force and violence” in the Gezi Park trial.

But Kavala was not released, and a court detained him again immediately on the charge of “attempting to overthrow the constitution by force and violence” because of an ongoing 2016 coup-related investigation against him. Turkey’s President Recep Tayyip Erdoğan had publicly criticized his acquittal just before he was detained again. Weeks later a court ordered his detention a second time on another charge (“espionage”) but relying on the same evidence and investigation file.
“The sequence of court orders prolonging his detention and the lack of objective deliberation as to the lawfulness of any deprivation of liberty indicates that decisions have been guided by political considerations and there has been a concerted official effort to prevent Kavala’s release,” said Róisín Pillay, director of the Europe and Central Asia Programme of the International Commission of Jurists. “Since the European Court’s judgment, Turkey has continued to violate Kavala’s human rights.”

The targeted harassment in Turkey of rights defenders is part of a wider trend of arbitrary detentions and abusive prosecutions of journalists, elected politicians, lawyers, and other perceived government critics.

This trend has been well documented in many reports by the Council of Europe, the European Union, and human rights organizations.
“The campaign of persecution against Osman Kavala and the failure to release him and drop all charges have perpetuated a chilling environment for all human rights defenders in Turkey,” said Ayşe Bingöl Demir, co-director of the Turkey Human Rights Litigation Support Project.
The three organizations made detailed recommendations to the Committee of Ministers, urging it to:

  • Call on the government of Turkey to ensure the immediate release of Osman Kavala as required by the European Court’s judgment, stressing that the judgment clearly applies to his ongoing detention and persecution;

  • Place the Kavala v. Turkey judgment under “enhanced procedures” and treat it as a leading case under Art. 18 of the European Convention;

  • Recognize that Kavala’s continuing detention violates Art. 46 of the Convention, concerning the binding nature of final judgments of the European Court, and that a failure to release Kavala may trigger an Art. 46(4) procedure (infringement proceedings);

  • Emphasize to the Government of Turkey that Kavala’s release is of added urgency in the context of the Covid-19 pandemic, which increases the risk to his health in detention; and

  • Ask the Government of Turkey to drop all charges under which Kavala has been investigated and detained to silence him, in conformity with the Court’s findings that his rights have been violated and that his exercise of rights to freedom of expression, assembly, and association was wrongfully used as evidence to incriminate him.


The groups also identified the general measures that Turkey needs to take to carry out the judgment to end politically motivated detention and prosecution of human rights defenders and other perceived government critics. These measures focus on Turkey’s structural rule of law problems. They include executive control over Turkey’s judiciary and prosecutorial authorities, and the evidence of a clear pattern of direct political interference in court decisions through frequent public speeches by Turkey’s president and proxies. A pattern of criminalizing the exercise of Convention-protected rights defines many of the cases against human rights defenders and other perceived government critics.

For more Turkey Human Rights Litigation Support work on Turkey, please visit:
https://www.turkeylitigationsupport.com/

For more information, please contact:
Ayşe Bingöl Demir (Turkish, English): info@turkeylitigationsupport.com. Twitter @TR_Litigation

Rights groups follow up on their call for urgent release of imprisoned journalists, human rights defenders and others, now at risk of Covid-19

TLSP joins rights groups in calling for Turkey to release all those arbitrarily detained, now at risk of Covid-19. In the early hours of Tuesday 14 April, the Turkish Parliament passed a law which will lead to the release of up to 90,000 prisoners. However, it excludes scores of journalists, human rights defenders, politicians, lawyers and others arbitrarily detained pending trial or serving sentences following unfair trials under Turkey’s overly broad anti-terrorism laws which facilitate incarceration for exercise of free speech. While we welcome any measures taken to alleviate overcrowding in Turkey’s prisons, the new measures unjustifiably exclude tens of thousands who are imprisoned for the peaceful exercise of their rights. 

The full statement can be found here in English and Turkish.

Osman Kavala Trial examined at an International Book Talk via Zoom

On 20 April 2020, Research Institute on Turkey (RIT), Turkey Human Rights Litigation Support Project (TLSP) and Osman Kavala Solidarity Team organized an international panel focusing on a compilation, a book previously produced by 300 friends, organizations and initiatives for Osman Kavala’s 62nd birthday. The panel covered the solidarity campaign #FreeOsmanKavala and the story behind the production of the book, the state of his trial, how it affects civil society in Turkey as well as concerns amid COVID-19 as he is within this higher risk age group and certain basic rights such as the right to nutrition and the right to health are not precisely looked after. The panel was hosted via Zoom with the participation of more than 150 attendees from 76 global human rights organizations, institutes, NGOs, cultural organizations and universities.

More information can be found here in both Turkish and English, and the entire event can be viewed on: https://bit.ly/354PSx7.

Screenshot 2020-04-28 at 17.16.22.png

Rights groups call for urgent release of imprisoned journalists, human rights defenders and others, now at risk of Covid-19

TLSP joins 26 other organisations in calling for the urgent release of imprisoned journalists, human rights defenders and others, now at risk of Covid-19. Amid growing concerns over the spread of Covid-19 in prisons, the Turkish government is accelerating the preparation of a draft law that will reportedly release up to 100,000 prisoners. This is a welcome step. Overcrowding and unsanitary facilities already pose a serious health threat to Turkey’s prison population of nearly 300,000 prisoners and about tens of thousands of prison staff. That will only be exacerbated by the coronavirus pandemic. However, we remain concerned that journalists, human rights defenders and others imprisoned for simply exercising their rights, and others who should be released, will remain behind bars in the package of measures as currently conceived by the government. 

The statement calls on the Turkish authorities to:

  • Immediately and unconditionally release journalists, human rights defenders and others who have been charged or convicted simply for exercising their rights

  • Re-examine the cases of all prisoners in pre-trial detention with a view to releasing them

  • Seriously consider releasing prisoners who are particularly vulnerable to Covid-19, such as older prisoners and those with serious medical conditions.

  • Ensure that all prisoners have prompt access to medical attention and health care to the same standards that are available in the community, including when it comes to testing, prevention and treatment of COVID-19. Prison staff and health care workers should have access to adequate information, equipment, training and support to protect themselves. 

The full statement is available in English here, and Turkish here.

Turkey: Failure to act on the European Court of Human Rights judgments puts freedom of expression at risk

ARTICLE 19 and the Turkey Human Rights Litigation Support Project (TLSP) have warned that the rights to freedom of expression and assembly continue to be at risk in Turkey. Their warning comes ahead of the Council of Europe’s Committee of Ministers’ review of Turkey’s implementation of judgments by the European Court of Human Rights, which will take place between 3-5 March 2020.

David Diaz-Jogeix, Senior Director of Programmes at ARTICLE 19 said:

“The Turkish authorities continue to use anti-terror laws to harass journalists, human rights defenders, opposition politicians, academics, lawyers and others. It is shocking that this still happens, despite several European Court judgments that specifically addressed how these laws were being used to violate freedom of expression and stifle dissent. In fact, since these rulings, the number of cases has reached an alarming level, as has the severity of sanctions imposed on defendants.”

Ayse Bingol Demir, co-director of TLSP, said:

“Remedies for human rights violations are still not easily accessible in Turkey and the Constitutional Court’s effectiveness is hindered by slow and inconsistent decision-making. Moreover, in some key cases where the Constitutional Court did make decisions, their implementation has been problematic.

 “Freedom of expression in Turkey will remain under threat until there is a genuine political will to undertake comprehensive legal reform, effectively guarantee the re-establishment of an independent judiciary and ensure implementation of the Constitutional Court and European Court rulings in the country.”

The Committee of Ministers of the Council of Europe is responsible for supervising the implementation of judgments by the European Court of Human Rights. ARTICLE 19 and TLSP have submitted two communications to the Committee on Turkey’s lack of implementation of the Işıkırık group and the Öner and Türk group of judgments. The European Court noted in these judgments that the Turkish authorities were using certain articles of the Prevention of Terrorism Act (the Law no. 3713) and the Criminal Code to stifle freedom of expression and peaceful assembly. The Turkish authorities have requested from the Committee of Ministers that the cases be closed, claiming that the judgments have been fully implemented. ARTICLE 19 and TLSP urge the Committee of Ministers to keep the cases open and continue supervising their implementation because of widespread violations of the right to freedom of expression and assembly that continue to take place in Turkey contrary to what the Turkish authorities’ have claimed.

Ongoing abuse of anti-terror laws against journalists and human rights defenders

The submissions demonstrate that the Turkish authorities’ violations of the right to free expression and assembly have continued. The large numbers of prosecutions show the widespread use of the anti-terror laws to harass those critical of the Government, including journalists, human rights defenders and others. This is deterring others from voicing their thoughts freely.

In a number of cases since the Öner and Türk ruling of March 2015, the Turkish courts are still systematically failing to examine “the proportionality of the interference and the balancing of rights taking into account freedom of expression”, as noted by the Court in Öner and Türk.

For example, the large number of prosecutions suggests that Articles 6 and 7(2) of the Prevention of Terrorism Act are used to systematically harass journalists and others on the basis of their expression. In fact, between 2013 and 2018, almost 100,000 cases have been opened under the Prevention of Terrorism Act.

The number of prosecutions has starkly increased between 2013-2018, despite the Turkish Government’s claims in its action plan submitted to the Committee of Ministers that the number of such cases had decreased during this time. Since 2013, when there were more than 10,000 cases, the number of prosecutions has increased each year, apart from 2015 and 2018.

Turkey’s 2020 Action Plans fail to address ongoing human rights violations

In its January 2020 Action Plans submitted to the Committee of Ministers ahead of the meetings of 3-5 March 2020, Turkey claims that it has implemented the judgments and points to the Judicial Reform Strategy and the training of judges to support their claim. However, in ARTICLE 19 and TLSP’s view, Turkey’s Judicial Review Strategy does not introduce any substantial reforms and fails to address the core issues at stake regarding the independence of the judiciary.  Furthermore, in light of the worsening practice of the judiciary, any training that has taken place has manifestly failed to have an impact on the ground.

Similarly, the Turkish Government’s Action Plans of 2020 fail to specify adequate general measures to implement the European Court’s judgments in the Işıkırık group and Öner and Türk group of cases. There are no planned significant legislative changes in the 2020 action plans for both groups, and the steps that they have claimed to have taken, including some amendments to the laws, are inadequate.

In its 2020 Action Plan on the Öner and Türk cases, Turkey claims that the amendment made in the Prevention of Terrorism Act were steps taken to implement the judgments. However, ARTICLE 19 and TLSP believe that the amendments have failed to prevent the widespread misuse of the Prevention of Terrorism Act. Given the large numbers of journalists, human rights defenders, academics, politicians, lawyers and others prosecuted on the basis of this law and its severe effect on the rights and freedoms in general, we believe the problematic provisions addressed in the judgments should be repealed entirely.

Similarly, despite the European Court’s findings in the Işıkırık group of cases that Article 220(6) of the Criminal Code is too broad, prescribes disproportionate sanctions, criminalises lawful conduct, and has a chilling effect on the exercise of the right to freedom of expression and assembly, the Turkish authorities have continued to apply this law against individuals on the basis of their expression.

Recommendations

As set out in our submissions, in its debate on these vital issues in Turkey we urge the Committee of Ministers to call on Turkey to:

  • Ensure the implementation of the Constitutional Court and the European Court of Human Rights rulings, including by refraining from intemperate criticism of court decisions that undermine the rule of law.

  •   Repeal Article 220(6) and (7) of the Criminal Code in line with the Venice Commission’s recommendations.

  • Amend Article 314 of the Criminal Code to ensure stricter and clearer criteria for membership of a terrorist organisation and ensure strict application of the criteria within the courts.

  • Abolish Article 7(2) and Article 6 (2) and (4) of the Prevention of Terrorism Act.

  • Amend the definition of terrorism under Article 1 of the Prevention of Terrorism Act to bring it in line with international standards on human rights and counter-terrorism.

  • Amend Article 2 of the Prevention of Terrorism Act to ensure that those who are not members of an illegal terrorist organisation and have not committed a serious crime cannot be convicted as such.

  • Take concrete steps to restore the independence of the judiciary, including by reforming the method of appointment of the Council of Judges and Prosecutors.

  • Re-establish the independence of the judiciary, through implementing the recommendations of the Venice Commission regarding the 2017 amendments to the Turkish Constitution.

 Background to the cases

These cases form part of a pattern of human rights violations which has increased in spread and intensity following the declaration of the state of emergency after the July 2016 coup attempt.

The leading judgment in the Işıkırık group of cases,  Işıkırık v Turkey, demonstrates how Turkey violated the right to freedom of assembly by convicting Mr Murat Işıkırık of membership of an illegal organisation, solely based on his participation in a peaceful funeral procession for members of the PKK (Kurdistan Workers’ Party) in July 2009. The European Court found that the sanction was disproportionate and that there was no distinction under the Criminal Code between a peaceful demonstrator and a member of an armed terrorist organisation.

The Öner and Türk group covers 32 cases of people who were convicted under the Criminal Code or the Prevention of Terrorism Act for inciting violence or hatred. The European Court found that this was in violation of the applicants’ right to freedom of expression as they did not incite violence or hatred.

The Committee of Ministers will meet between 3-5 March 2020 to review implementation of the judgments in these cases and decide whether to keep the cases as pending implementation subject to the Committee’s supervision or close them.

For more information, contact:

Turkey Human Rights Litigation Support Project team – info@turkeylitigationsupport.com.